Siyasette "Postlar" çok mu sıcaktır?..
Bırakmak, çok mu zordur?
Koltuk... Siyasetçiye "Babasından miras mı kalmıştır?" Önemli devlet görevlerinde bulunanlar için... "Aktif politikadan uzaklaşmak... Gelişmelere şeref tribününden bakmak" imkânsız mıdır?
Eski siyasetçi... Yazı yazarak, konferans vererek "Siyasete katkıda bulunamaz mı?" Milletvekili rozeti, kırmızı plaka, makam koltuğu "Vazgeçilemeyen...
Rüyalara giren" değerler midir?
Kimse üstüne almasın.
Soruları "Ortaya" sorduk.
***
Eski bir siyasetçinin kitabı
Mehmet Nazif Kurucu... Avukattı...
Dostumuzdu.
Gazeteciliği de vardı... "Halkçı Akşehir" gazetesinin sahibiydi.
Konya'dan aday oldu... CHP'den...
Milletvekili seçildi... "1965 seçimlerinde." Başlangıcı olan her şeyin, sonu da vardır.
Gün geldi... Mehmet Nazif Kurucu'nun milletvekilliği sona erdi.
Meclis dışında kalınca, "Hoş bir kitap" yazdı... Daha doğrusu "Kitapçık." Kurucu... İmzalayarak "Dostlarına dağıttı." Kitapta... Renkli anılar da vardı.
Ama... "Ben neden Meclis'in dışındayım" diye öfke saçmayan... Kimseyi "Eleştirmeyen, suçlamayan", sıcak bir üslupla gülümseten, düşündüren anılar.
Bunlara "Hikâyeler" demek de mümkün.
Hep düşünürüz... Niçin Mehmet Nazif Kurucu gibi siyasetçilerin sayısı az diye.
Köşeye çekilmesini bilmek; Meclis'in dışında kalmayı içine sindirebilmek... "Aşılması imkânsız bir sorun mu?"
***
Birinci kadeh
Mehmet Nazif Kurucu'nun kitabından... Aklımızda kalan bir "Anı... Hikâye." Kurucu... Ve kendisi gibi seçim kaybeden birkaç milletvekili...
Seçim akşamı... Buluşurlar.
"Çilingir sofrasını" kurarlar... Rakı, peynir, kavun.
Birinci kadehte konuşulanlar...
Sen ne iyi ettin de, milletvekili olunca eczaneyi kapatmadın... Şimdi eczaneye dönersin...
Ya ben?.. Ne yapacağım?
Şehirde gül gibi mağazam vardı... Keşke boşaltmasaydım.
Memuriyetten siyasete geçtim... Şimdi yine memuriyete dönemem ki.
Sen iyi sayılırsın... Avukatsın... Altın bilezik...
Tekrar avukatlık yaparsın.
***
İkinci kadeh
Sandıkzedeler... Seçimde kaybedenler...
İkinci kadehte konuyu değiştirirler.
İçlerinden biri... Der ki:
- Bizim çocuklar Meclis berberinde traş olmaya alışmışlardı... Şimdi ben çocuklara ne diyeceğim?
Diğeri "Aaah, ah" diye söze girer:
- Bizim çocuklar, arkadaşlarını da yanlarına alırlardı... Maçları şeref tribününden izlerlerdi... Artık şeref tribününe giremezler... Arkadaşlarının yanında küçük düşecekler.
Üçüncü... "Karısından" söz eder:
- Kuaförde, çarşıda, kadınların altın gününde herkes ona milletvekili karısı diye itibar ederdi... Karım yarından itibaren milletvekili karısı değil... Üzüntüden kahrolacak.
***
Üçüncü kadeh
Mezeler... Ara sıcak... Sonra ana yemek... Haydi, bir kadeh daha... Şerefe.
Bu defa... Farklı bir konuya girerler.
Konu... "Kendileri... İşleri...
Eşleri... Çocukları" değildir.
Konu... Derindir... "Türkiye'dir." "Nasıl olacak" diye söze başlarlar:
Bizim birikimimiz, bilgimiz, tecrübemiz bir kenara mı atılacak?
Bizler olmadan Türkiye nasıl çağdaş ülkeler düzeyine çıkacak?
Tecrübemizden yararlanılmazsa, ülkenin sorunları nasıl aşılacak?
Bizim milletvekili olup olmamamız önemli değil... Asıl önemli olan, yurdumuzun bizsiz nasıl yönetileceği?
***
Bir koltuk hikâyesi
Koltuk... Kitapta (Off The Record) anlattık...
Bazı hallerde "Liderin tapulu malıdır." Parasını bastırıp, koltuğu "Satın almıştır." Elinde "Faturası" vardır.
Şimdi... "Hikâyemize" başlayalım.
Darbe oldu... 12 Eylül 1980.
Bütün siyasi partiler kapatıldı.
Partilerin "Malları... Mülkleri... Bütün varlıkları" hazineye kaldı.
Devlet... Adalet Partisi Genel Merkezi'ni "Yeni kurulan bir kuruma" verdi.
YÖK'e... Yüksek Öğretim Kurumu.
Prof. Dr. İhsan Doğramacı... YÖK'ün ilk başkanı.
Geldi... Kapatılan Adalet Partisi Genel Merkezi'ne yerleşti.
Odası... Süleyman Demirel'in odasıydı.
Oturduğu koltuk da... Genel Başkan Demirel'in koltuğu.
Fakat... Koltuk "Demirel'in şahsi malıydı."
***
Fatura
Turgut Yılmaz Güven...
Gazeteci... Anadolu Ajansı'ndan emekli.
Darbeden sonra Demirel ona görev verdi:
- Her gün bana TRT'nin haber bültenlerini...
Anadolu Ajansı'nın haber metinlerini getir.
Sonra...
"Partisi" kapanınca...
Parti binasına "YÖK yerleşince..." "Demirel'in koltuğuna" Prof. Dr. İhsan Doğramacı oturunca...
Demirel... Turgut Yılmaz Güven'e "Yeni bir görev" verdi.
"Görevi" alan Güven...
Prof. Doğramacı'dan randevu istedi... Ve odasına girdi:
Sayın Hocam... Beni sayın Demirel gönderdi.
Size bu faturayı göstermemi istedi.
Fatura... Şu anda oturduğunuz koltuğun faturası.
Koltuğun parasını sayın Demirel bizzat ödedi... Kendi cebinden.
Sayın Demirel, şahsi malı olan koltuğunu istiyor.
İzninizle koltuğu almaya geldim.
Aşağıda bir kamyonet var... Koltuğu yükleyip götüreceğim.
Doğramacı Hoca faturaya baktı.
Doğruydu... Koltuk, Demirel'in şahsi malıydı.
Prof. Dr. İhsan Doğramacı "Lütfen sayın Demirel'e hürmetlerimi söyleyin" diyerek...
Koltuğu, Turgut Yılmaz Güven'e teslim etti.