Ankara'da, Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerindeki Devlet Mezarlığı'na gittik...
Kara toprağa eğildik...
Ve "Kıbrıs Fatihi Karaoğlan Ecevit'e" seslendik:
-Rauf Denktaş'ı kaybettik... Artık berabersiniz. Kulağımıza bir ses geldi.
Ayazdı... Hava buz gibiydi... Rüzgârın sesiydi.
***
Şair Ecevit'e, Yunus Emre'den bir şeyler söyledik:
"Yalan dünya yalan dünya,
Yalan dünya değil misin?
Muhammed'i bir top beze,
Saran dünya değil misin?
Hasan ile Hüseyin'i
Alan dünya değil misin?"
***
Sonra direksiyonu Ankara'nın Küçükesat semtine çevirdik.
Aklımızca, zamanı geriye doğru işlettik.
"Acaba" dedik:
-Rauf Bey'in eski evi yerinde duruyor mu?
***
Bir yandan evi aradık, bir yandan da anılar ormanında gezindik.
1967... Denktaş'ın
"Yavru Vatan" Kıbrıs'a gitmesi yasaktı.
Rauf Bey
"Anavatan" Türkiye'de kalıyordu. Ankara'daydı... Ama ona sorarsanız
"sürgün hayatı" yaşıyordu.
İçinde fırtınalar esiyordu.
Kıbrıs'a dönmenin
"aşkıyla ateşiyle" tutuşuyordu.
***
Sonra bir gün... Bir haber duyuldu.
Rauf Denktaş bir balıkçı teknesiyle gizlice Kıbrıs'a gitmek isterken yakalanmıştı.
Ankara'dan, Küçükesat'taki evinden ayrılırken eşine bir "mektup" bırakmıştı:
-Bana bir şey olursa bunu Başbakan'a ver.
***
Başbakan, Süleyman Demirel'di.
Rauf Bey'in eşi
"mektubu" Başbakan'a iletti.
İşte o gün Küçükesat'ta, Rauf Bey'in evindeydik...
Eşi çaresizdi... Ağlıyordu.
Telefon çaldı.
Başbakan arıyordu.
***
Demirel söyledi, Denktaş'ın eşi gözlerinden yaşlar süzülerek dinledi.
Telefonu kapatırken de
"teşekkür ederim" dedi
-Rauf'umu Rumların elinden kurtaracağınızı biliyorum... Size güveniyorum.
***
Küçükesat çok değişmiş.
Nerede o eski Ankara?
Hangisi Rauf Denktaş'ın evi?
Yıllar sonra
"KKTC Devlet Başkanı" Rauf Denktaş'a
"Küçükesat'taki evi" sormuştuk da...
Hüzünle yanıt vermişti:
-Sattım... Ne diyorsun, satmasa mıydım?.. Ah keşke satmasaydım.
***
Gerçek bir liderdi... Mücadeleci bir kişilikti.
O bir kahramandı.
"Davası" ile özdeşleşmişti.
Kıbrıs, babasını kaybetti.
Türk dünyasının başı sağolsun.