Ezberledikleri teorilerle konuşuyorlar. Ekonomiye tarafgir bakıp anlayamıyorlar. Arka planda yapılanları görmezden geldikleri için açıklanan verilerde tutarsızlık olduğunu iddia ediyorlar.
Kimden bahsettiğimi anladınız sanırım...
Türkiye'nin 'ulu' (!) ekonomistlerinden... (Elbette, bazılarına göre)
Biliyorsunuz, önceki gün Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ekonomi programını açıkladı. Bu 'böyük çok böyük' arkadaşlar, 2020- 2022 arasında yüzde 5 büyüme, düşük enflasyon ve cari denge üçgenine takıldı.
Hepsinin dünden beri papağan gibi tekrarladığı şu: Ekonomi gaza basarken cari açık nasıl olur da sınırlı kalırmış? Türkiye bugüne kadar yüksek büyüme dönemlerinde hep yüksek cari açık verirken şimdi ne olmuş? Programda yüzde 0.5'lik büyümeden 5'e doğru çıkılırken cari açığın bu denli düşük kalması gerçekçi miymiş?
Aslında Bakan Albayrak konuşmasında bu arkadaşlara ufaktan dokundurdu. Ama söyledikleri pek de anlaşılamadı.
Ben izninizle konuyu biraz daha açayım.
Madem, cari açık-büyüme arasındaki nedensellik ilişkisine dair ezberlerinizle konuşacaksınız. O halde size bir soru: 2009'da ekonomi yüzde 4.7 küçülürken nasıl oluyor da 11.4 milyar dolar açık verdik? Öyle ya, normalde rekor küçülme yaşadığımız 2009'da cari açığın bir önceki yıla göre azalması yetmez sıfırlanması hatta rekor fazla verilmesi gerekmez miydi?
Beyler bu konulara girer mi, bilemiyorum.
Ama şu gerçeği görmezden gelmeseler iyi ederler!
Ekonomide artık yeni bir paradigma var.
Evet, Türkiye eskiden cari açık vererek büyüyen bir ekonomiydi. Nedeni, ithalata dayalı üretim yapımızdan kaynaklanıyordu. Sanayi büyüdükçe ara malı ithalatı artıyordu. Bu da cari açığı yükseltiyordu. Ekonomi küçülünce ithalat da dış kaynak ihtiyacı da azalıyordu. Azalan ithalatla dış ticaret açığı düşüyordu, cari denge fazla veriyordu.
İşte tam da bu noktada yukarıdaki beylerin ıskaladığı birtakım gelişmeler oldu, olmaya da devam ediyor.
Neler mi bunlar?
Alın size birkaç örnek...
Geçmişte sağa-sola saçılan kamusal teşvikler cari açığın sanayi ayağında daha mantıklı şekilde dağıtılmaya başlandı.
Üretim destekleri ithalat bağımlılığının yüksek olduğu alanlara kanalize edildi.
YEP'te, cari açığın düşürülmesi amacıyla ilaç, kimya, petrokimya, enerji, makine/teçhizat ve yazılım sektörleri öncelikli yatırım yapılabilir alanlar olarak belirlendi.
Türkiye'nin sanayi üretimi ve ihracatı için önem teşkil eden teknoloji seviyesi yüksek ithal hammadde girdisi üreten için Proje Bazlı Teşvik Sistemi hayata geçirildi.
Uçtan uca yerlileşme olarak bilinen Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı başlatıldı.
İVME (İleri, Verimli, Milli Endüstri) Finansman Paketi ile ithalat bağımlılığı yüksek, dış ticaret açığı veren, ihracat potansiyeli olan sektörlere finansman sağlandı.
Savunma sanayisinde yerlileşme adımlarıyla başarı hikâyesi yazıldı. Artık dışa bağımlı savunma sanayisinden katma değerli ürünleri üretip ihraç ettiğimiz bir yapı oluştu.
Türkiye Varlık Fonu, ülkenin stratejik hedeflerini ve finansal piyasaları destekleyecek, özel sektör işbirliklerine dayanan yatırımlar yapmaya hazırlanıyor.
Önümüzdeki dönemde nükleer santraller devreye alınacak, yenilenebilir enerjinin toplam üretimdeki payı daha da artacak.
Liste daha da uzar gider...
İşte dananın kuyruğunun kopuşu da burada saklı...
Vallahi, kimse kusura bakmasın! Bu yapısal reformları anlayamazlarsa ya da görmezden gelmeye devam ederlerse, açıklanan programa 'bön bön' bakmaya, devreleri de yanmaya devam eder.