Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Bir megakent Manila

Filipinler'in başkenti 2 milyonluk nüfusuyla bir megakent haline gelmiş. 16 irili ufaklı şehrin birleşmesinden oluşan 175 dilin konuşulduğu Manila'nın en büyük sorunu trafik keşmekeşi

Batı'ya yaptığım yolculuklarda zaman zaman "Biz niçin böyle olamıyoruz?" diye hayıflandığım oldu ama Doğu'ya yaptığım hemen tüm yolculuklardan döndüğümde "İyi ki onlar gibi değiliz" deyip, ülkeme duyduğum gururu her seferinde bir kez daha pekiştiriyorum. Geçen hafta Türk Hava Yolları'nın Filipinler'in başkenti Manila'ya başlattığı yeni sefer münasebetiyle katıldığım geziden döndüğümde de, yine içimden ülkemin toprağını öpmek geldi.. Filipinler'e daha önce hiç ayak basmamıştım ama kıdemli bir gazeteci olarak, 1980'lerde 100 milyon nüfuslu ülkenin halkı yoksullukla mücadele ederken diktatör Ferdinand Marcos'un eşi İmelda Marcos'un odalar dolusu giysi ve ayakkabılarını halkına para karşılığı gezdirmesi, darbeyle devrilip ülkeyi terk etmeleri ve Filipinler'in demokrasiye geçişi ile ilgili birçok haber yazmıştım. "Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" ikilemine hep gezmekten yana tercih yapmakta ne kadar haklı olduğumu bu yolculuğumun ardından bir kez daha fark ettim. Hakkında ne kadar okursanız okuyun, gözlerinizle gördüğünüzde her şey daha iyi yerli yerine oturuyor. Çoğunluğu rahat bir uykuda, geri kalan bölümü de THY Business Class'ın kuş sütü eksik ikramını değerlendirmekle geçen 11 saatlik çok rahat bir yolculuktan sonra, Manila havalimanına ulaşıp, bizi şık Peninsula oteline götüren otobüse yerleştik. 1870'de 100 bin nüfuslu Manila, özellikle son 50 yılda çevresindeki irili ufaklı 16 şehri de yutarak 12 milyona ulaşmış. Finans ve ekonominin, üst düzey turizmin nabzının attığı idari merkez, "Makati şehri", gökdelenleriyle New York'un küçük bir kopyası. 2. Dünya Savaşı sırasında havaalanı olarak kullanılan bu bölgedeki küçük yolcu terminali bugün dev gökdelenler arasında nostaljik bir restoran olarak kullanılıyor. İlk akşam yemeğimizi burada, şık Blackbird Restaurant'ta yedik. Ertesi gün pazardı ve hedefimiz Manila'ya normalde bir saat mesafedeki turistik Laguna bölgesiydi. Ama hafta sonunda 12 milyonluk başkent halkının en az yarısının biraz temiz hava alabilmek için kendini buralara atacağını hesaba katmamıştık; yolculuğumuz üç saate ulaşıp, rehberimiz hâlâ bir saatlik yolumuz olduğunu söylediğinde hevesimiz kaçtı, rotayı normal olarak akşama doğru gitmeyi planladığımız dağlık Tagaytay bölgesine çevirdik. Filipinler volkanik bir adalar grubu. Tagatay'da da denizin yanı başında geniş bir krater gölü ve ortasında bugün hâlâ zaman zaman duman püskürten Taal Volkanı yer alıyor. Denizden 650 metre yükseklikteki Tagatay'da hava çok hafif ve Manila'ya göre daha serin; dolayısıyla burası başkentin zenginleri tarafından tercih edilen bir sayfiye yeri. Nefis manzaraya karşı, Filipinlerin yerel spesiyalitelerinden oluşan öğlen yemeğimizi burada yedik.

FAST FOOD HER YERDE
Filipinler yakın tarihleri boyunca İspanyollar ve Amerikalılar tarafından işgal edildiği için mutfak kültürleri de bu iki ülkenin etkisinde kalmış. Dolayısıyla yemekleri Tayland, Hong Kong, Malezya gibi güçlü mutfaklara sahip komşularından daha değişik. Güneydoğu Asya'da tatlı kültürü pek yokken Filipinliler İspanyolların tatlı ve pastalarını benimsemiş. Komşularından farklı olarak Filipinliler yemeklerini çubuklarla değil, çatal bıçakla yiyor. Amerika, sistematik biçimde kendi dili ve kültürünü aşıladığı 175 dilin konuşulduğu Filipinler'de ortak dili İngilizce'ye dönüştürdüğü gibi, kendi mutfak kültürü fast food'u da bu ülkede egemen kılmış. Adım başı karşınıza fast food zincirleri çıkıyor. Ama Filipin damağına daha uygun yerli markalar ABD kökenli uluslararası zincirleri gölgede bırakmış. Bunlardan birinde, köftesi soya ve yeşil muz unundan yapılmış etsiz hamburger, bizim paramızla tanesi 1.5 TL'den satılıyor. Lezzetli iki hamburger ve bir meşrubatla 5 TL'ye mükemmel karın doyurmak mümkün. Bazı şehirlerde ayak bastığınız gün buradan bir an önce ayrılma hayalleri kurmaya başlarsınız; Manila böyle bir megakent. Ben de bir saatlik bir iç hat seferiyle ulaşacağımız Boracay adasını iple çekmeye başlamıştım bile. En kötü trafiği olan kentler listesinde İstanbul'un yanı sıra Manila'nın da bulunduğunu biliyordum. Ama ben İstanbul'a razıyım. Manila'da ana arterlerin hiç alternatifi yok. Takıldığınızda, sonuna kadar dur kalk gitmek zorundasınız. Manila'ya ilk kez gidenler "Cipni " (Jeepney) denen süslü minibüsleri seyrederek trafik stresini bir süre üzerlerinden atabiliyorlar. İlk Cipniler 2. Dünya Savaşı'nın ardından hurdaya çıkan Amerikan ciplerinden minibüse dönüştürülmüş. Bunlar öylesine tutmuş ki, bugün aynı konsept yeni araçlarla sürdürülüyor. Binenlerin yalancısıyım; insanların karşılıklı banklara yan yana, diz dize sıralandıkları bu minibüsler, en rahatsız araç sıralamasında birinciliği kaptırmayacak kadar konforsuz. Küçüklüğümden kalma bir alışkanlığım vardır. Tabağımda gözüme kestirdiğim, en lezzetli, en güzel görünümlü lokmayı en sona saklarım. Bu kez de öyle oldu. Bir sonraki etap Boracay adasını Filipinler yolculuğumuzun en unutulmaz, en renkli parçası diye sona saklamıştım. Ama bana ayrılan yer doldu. İyi de oldu. Ben de size doya doya dünya cenneti Boracay'ı haftaya anlatırım..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA