Etrafımızda ne kadar çok 'burnundan kıl aldırmayan' insan var!.. Medyada, sanat âleminde, TV dünyasında, dediğim dedik, astığım astık, kestiğim kestik davranan, birer uzmanlık alanı olan konularda bile en yüksek perdeden atan, birikime, kişiliğe, dostluğa filan saygı göstermeyen...Tevazu artık sanki unutulmuş bir sözcük, alçakgönüllülük bir büyük günah, hoşgörü de sözlüklerde kalmış bir kavram oldu. Bu genel gidişin yanında, kimi tevazu örnekleri büsbütün göze çarpıyor. İşte hafta başından iki örnek. Birkaç gün eskidi, ama öylesine hoşuma gitti ki tarih düşürmek istedim. İşte sevgili Müjdat Gezen'in Kelebek'teki söyleşisinden birkaç satır: "Oyunculuğu seviyorum, ama yönetmenliği yapamadığımı daha ilk filmimde gördüm. Aziz Nesin'le seyrettik, komedi filmiydi, nasıl gülüyor... 'Gerçekten bu kadar komik mi?' dedim. 'Yok, rezalete gülüyorum!' dedi. Ben böyle iki film daha yaptım, ama hiç ortaya çıkarmadım. Oysa birini beş kıtada filan çekmiştim. Amerikalılar istiyor bu filmi, vermiyorum!" Müjdat'ın sözünü ettiği filmlerden birini vaktiyle görmüş ve yazmış bir sinema yazarı olarak, kararını onaylıyor, açıksözlülüğünü takdir ediyorum. Ayni gün Sina Koloğlu da Cadde'deki köşesinde son TV macerasını şöyle anlatıyordu: "Kendimi kameranın sevdiği yüz olarak görmem. Dişlerimi yaptıramadığım için 'suya ekmek bananlar' kategorisine girdiğim şu günlerde, daha da bir eksi durum söz konusu. Bir de programdaki konuşmam bir felaket. 'Şey' demekten başka bir şey söylememişim!.. 'Şeyini şey yapmışım' yani... O zaman, demek ki sen otur oturduğun yerde, yüzünü gözünü düzelt, konuşurken ne dediğini ölç, tart, biç... Sonra 'şey' edersin!" Bu kendini olduğundan büyük gösterme, ne pahasına olursa olsun övünme ve şişinme çağında, bu iki sevgili dostumu içtenlikle kutluyor, mütevazı tutumlarının özelllikle gençlere örnek olmasını diliyorum.