Antalya 2010'un bana kazandırdığı en önemli şeylerden biri, Kadir İnanır'ın dostluğu oldu. Tabii ki yıllardır tanışır, karşılaştığımızda konuşurduk. Ama sanki aramızda hep bir mesafe vardı. Onun diyelim ki basında çeşitli vesilelerde yansıyan sert tavırları, isminin ardında oluşan 'kadirizm' söylencesi, Türkân Şoray'ın programına katılmayı kabul etmemesi gibi şeyler bende de belli önyargılar yaratmıştı. Ama hemen söyleyeyim: Karşımda alçakgönüllü, sempatik, diyaloğa açık, başkalarını dinleyen bir insan buldum. İlk kez bir jüri başkanı olduğunu açık kalplilikle söylüyor, yargılarımızı dinliyor, öğütlerimize kulak veriyordu. Her film üzerinde özenle duruyor, hiçbir çabanın hakkı yenilmesin kaygısı güdüyordu. Ayrıca Emir Kusturica üzerine kopan fırtınada baştan beri demokrat, özgürlükçü ve de festivale destek veren tavrını korudu, bir milim bile kımıldamadı. Tüm eleştirilere karşı bir yandan sanata politika karıştırılmaması, öte yandan konuğumuz olan bir sanatçıya saygı gösterilmesi ilkelerinden ödün vermedi, Antalya Belediyesi'ne desteğini korudu. Yıllardır gelmediği Antalya'ya destek vermeyi bir kez kabul etmişti, bundan dönmesi söz konusu olamazdı. O da bunu yaptı.
KÖR KALMADIĞINA ŞÜKRET
İnanır, tam 42 yıllık oyuncuydu. Bu zaman süresince seyircisiyle inanılmaz bir ilişki kurmuştu. Her yerde insanların onu alkışlar, hatta çığlıklarla karşıladıklarını, imza veya el sıkma için kuyruklar yaptıklarını, ona sarıldıklarını gördüm. Özenli giyiniyor, parlak renklerden korkmuyor, gereğinde çok şık olabiliyordu. Hâlâ genç ve yakışıklı gözüküyordu. Açıklaması şuydu: "Sanat insanı genç tutuyor." Ünlü 7 Mehmetler Lokantası'nda devamlı masası vardı! Gerçi bir kısım jüri üyesiyle habersiz ve de oldukça aç gittiğimiz bir gece masayı 'rezerve' olarak bulduk, ama yine de aç kaldık. Daha doğrusu yavaş servise hiç tahammül edemeyen ben, Türk-Alman maçının ilk devresi sonunda etler hâlâ gelmeyince öfkelendim, kalkıp gittim. Ama onlar gayet güzel yemişler. Meğerse etlerin buzdan çıkıp çözülmesi beklenmiş! Neyse, Kadir'e dönersek, gözlerinden biraz şikâyetçiydi. Yakın dostu, tanınmış göz doktoru Ömer Faruk Yılmaz, ona eskiden reflektörlerle çalışılan Türk sinemasında, 40 küsur yıllık bir kariyerden sonra gözlerinde en az 20 milyon flaş patlamış olduğunu, bu durumda 20 yıl önce kör olması gerektiğini söylemiş, "Sen yine haline şükret," demişti. İşte mesleğin bir bedeli daha! Ama asıl bedeli 'kadirizm'den konuşurken anladım. Bu lafa sinirleniyordu, biliyorum. Ama dayanamayıp sordum: Neydi gerçekten bu kadirizm denen şey? "O şöyle oldu: Özel TV'ler ilk kurulduğunda, Tele 10 (sonradan Star oldu) bana bir dizi önerdi: Savcı. Özel televizyonculuğun ilk önemli dizisiydi. Kabul ettim, çekimlere başladık. Bir sabah uyandım, ne göreyim? Kanalın sahibi Cem Uzan, tüm İstanbul'u o zaman yeni başlayan billboard'lardaki afişlerle donatmış. Üzerlerinde şöyle yazıyor: 'Ne komünizm, ne faşizm... İlla da kadirizm!' Böylece kadirizm lafı doğmuş oldu. Ve Uzan'ın promosyon cümlesi, üzerime yapıştı kaldı." Kadir buna kızıyor. Kadirizm, illa da söz konusu edilecekse, ona göre ancak şu olabilir: Toplumun genel değer yargılarını zedelemeden, hep sağlam biçimde durmak. Ama bu zaten her sanatçının görevi değil mi? Şöyle diyor: "42 yıldır hep sevgi ve saygıyla karşılandım. Her evde ailenin bir ferdi oldum. Ama bunun için özel hayatımda hep fedakârlık yaptım. İnsanoğlu sapar, etkilenir, boşluğa düşer. Ben bunları yapmamaya çalıştım. Öylesine onore ettiler ki beni... Yaşlı bir teyze bana sarılırken sanki tenime yapışır. Biri dedi ki: 'Aynen oğluma benziyorsun.' Oğlan geldi baktım, sarışın, ipince, çilli yüzlü biri. Benimle alakası yok. Ama o annenin sevgiyle bakan gözünde, ben onun oğlu gibiyim. Öldüğümde sanki her Türk evinden bir cenaze çıkacak..."
KADIN, ERKEKTEN GÜÇLÜDÜR
Peki, kadının rolü ne hayatında? "Kadının rolü çok büyük. Bak sen iyi bir eş seçmişsin, 37 yıldır arkanda duruyor. Erkeksen, hep güçlü gözükürsün, oysa erkekler çoğu zaman kırılgan, alıngan, hayatın birçok alanında beceriksiz kişilerdir. Kadınsa göründüğünden çok daha güçlüdür. Varoluşumuzu o sürdürür, nesillerin devamını o sağlar. Bizi de ayakta tutar. Başarılı bir erkek, yolunda giderken, onu kadın korur, güçlendirir. Ama aynı biçimde, kimi kadınlar da en başarılı erkekleri mahva sürükleyebilir. Bunların örnekleri görülmüştür." Kadir basında 'kendisine takan' kimi kalemlere de kızıyor ve ne acımasız şeyler yazdıklarını hatırlıyor: "Elinde kalem olanın hiç insafı, hiç hoşgörü duygusu yok mudur?" Ayrıca uzun zamandır devam eden televizyon programlarına katılmama ilkesi de Antalya'da biraz yumuşamış görünüyor: Yekta Kopan'ın ricalarını kıramayarak NTV, sonrasında da CNN Türk ekranlarına konuşmuş. İşte Antalya güneşinin bir diğer mucizesi!