Makyajlı, fotoşoplu, türlü teknikle kusursuzlaştırılmış heykelsi hali mi, yoksa günün koşuşturmasıyla parlamış alnı ve burnu, göze çarpan/batan benleriyle insan hali mi? Hayal mi, gerçek mi?
Hayatımıza Yaprak Dökümü'nün Necla'sı olarak girdi. Çalıkuşu'nun Feride'si olduğu sırada, hiç yerli dizi seyretme alışkanlığı olmayan bir koca, televizyonun önünden geçerken, hiç alışkanlığı olmadığı üzere bir ilgi gösterdi: "Kim bu? Amma güzelmiş. Su gibi..."
Hakikaten çok lokumdu. Duru, manalı bir güzelliği vardı. Hem cıvıl hem hüzünlü.
Feride'nin Kâmran'ı vardıysa, Fahriye'nin Burak'ı da sadece bir dizi partneri olarak kalmadı. Aşk Sana Benzer filminde başrol paylaştılar, özel hayatlarında da hâlâ birlikte oynuyorlar.
Fahriye Evcen'in gözlerindeki ışık pek çok kere dikkatimizi çekti. 'Çünkü biz buna değeriz'de ise sırf gözleri ya da konu icabı saçları değil, tamamı ışıl ışıldı. Neydi o öyle? Kaç karattı? Pırlanta olduğu kesindi de, hem prenses kesim hem de kalp kesim miydi!
'Çünkü biz buna değeriz' bir dizi değil, film değil, sadece reklam kampanyası sloganıydı. Bir şampuan markasının reklam yüzü olmuştu Fahriye Evcen. Kozmetiğin, teknolojinin, her gücün seferber edilmesiyle, güzelliği kusursuzluğa ulaşmıştı.
Kusur... İstenmeyen, insanları uzaklaştıran, kaçıran bir şey mi? Yoksa tam tersi yaklaştırır mı?
Değişir. Ufak kusurlar, küçük bir leke misal ya da bir yara izi, eşitsizlik, çarpıklık, itmekten ziyade çekici bile bulunur. Kusursuzluk çoğumuzu korkutur çünkü, kendimizi eksik, yetersiz hissettirir.
Fahriye Evcen'in o şampuan reklamındaki fazla kusursuz haliyle Ölene Kadar'da canlandırdığı avukat Selvi hali arasında ciddi fark var. Her haliyle güzel, peki, ama şampuan bebeğiyken gerçek değilmişçesine fazla mükemmel. Kusur yoksunu. Hata fakiri. Avukat Selvi olarak ise koşuşturmaktan günün ortasında hafif yağlanmış T bölgesiyle (alın ve burun), en çok da bazen gözümüze fazlaca sokulduğunu düşündüren beniyle, çok insan. Hakiki. Sahici. Normal.
Dizi ile reklam filmi elbette ki kıyaslanamaz. Ama nihayetinde ikisi de kurgu. Halbuki Fahriye Evcen'in Ölene Kadar'daki Selvi güzelliği, adeta kanlı canlı insan hissi.
Fahriye Evcen elbette ki ikiyüzlü değil. Ama işte böyle iki ayrı yüzü, iki farklı güzelliği var. Bilmiyorum, hangisi size göre... Hayal mi, gerçek mi?
Hastalıkla ilişkiler
Doktorların malum lafıdır: Hastalık yok, hasta var. Hakikaten de her hastanın hayatla, dolayısıyla da hastalıkla ilişkisi farklı.
Kimisi üstünde durmuyor, hatta görmezden geliyor: Yok sayarsam yok olur. Üzerine konuşmayı sevmiyor, etrafa yaymıyor, hasta ya da moralsizken etrafındakilerin başına üşüşmesini değil tam da yalnız kalmayı istiyor.
Bazısı ise ahlıyor, vahlıyor, bire bin katıp bunu bir dikkat çekme fırsatı olarak değerlendiriyor. Doktor isimleriyle, hastane tecrübeleriyle, diyet detaylarıyla, rahatsızlığını bir sosyalleşme alanına çevirenler oluyor. Hastalığını mümkün olan en kalabalık şekilde yaşayanlar.
Doğru ya da yanlış diye bir şey yok burada. Her hastanın hastalıkla baş etme yöntemi farklı. Yargılamamak, anlamak lazım.
Bunu niye hatırladık? Dünya Kanser Günü bugün. Tüm hastalara acil şifalar. Yakınlarına da güç, kuvvet, sabır, anlayış... Allah çektirmesin.
Büyüleyici bir rahatsızlık
Çok ikiz fotoğrafı görmüşsünüzdür. Ama Dresie ve Casie ile yarışacak güçte bir ikiz fotoğrafı yoktur.
Roger Ballen, Amerika doğumlu, Güney Afrikalı bir sanatçı. Ballenesk diye tabir ettiği benzersiz bir üslubu var. İşlerinin temel özelliği tekinsizliği, tedirgin ediciliği... Güney Afrika'daki küçük kasabalarda, gözden uzak gönülden ırak topluluklar... Yoksullar, engelliler, akıl hastaları... 1993'te çektiği Dresie ve Casie, İkizler, Batı Transvaal en bilindik, en akıldan çıkmaz işi. Hazirana kadar İstanbul Modern'deki Roger Ballen: Retrospektif sergisinde görülebilir. Çok çarpıcı hepsi!
Bülent Ersoy Kapalıçarşı'da
Hafta içinde Bülent Ersoy'un Kapalıçarşı'ya gittiğine dair haberler çıktı. Akşam kapanma saatinden sonra sadece onun için açılmış çarşı. O da minibüsüyle girmiş içeri ve iki tane ipek halı almış. Fotoğrafları da var.
Ama bence Bülent Ersoy Kapalıçarşı'ya gitmemiş! Kendini kandırıyor!
Lokasyon tamam ama hani nerede ruh? Kuyumcuların, halıcıların yan yana dizildiği alelade bir yer değil ki orası, ruhu var. Esnafıyla, onların arasındaki atışma ve çay trafiğiyle, şimdilerde maalesef çok azalan turist kalabalığıyla, bütün o dükkânların ve insanların biraradalığıyla, cümbüşüyle, şenliğiyle, Kapalıçarşı orası.
O haliyle Bülent Ersoy. Kapatıp da iki dükkânı açtırınca, ancak iki kirpiği sayılır o Diva'nın!