Kadınsınız diyelim. Ya da hayatınızın merkezindeki kadınları düşünün. Kontrolü ele almış, ne istediğini bilen, onu oldurmaya çalışan, insana çoğu zaman kendinden başkasının çare olmayacağını anlamış, cevval, cesur tipler mi? Yoksa her şeyi devletten (etraftan, erkekten...) bekleyen... Vaktini beyaz atlı prensin gelip onu kurtarması hayaliyle heba eden modeller mi? Heveskâr, talepkâr, sitemkâr ama poposunu kaldırmayan... Dırdırcı, vırvırcı, laklakçı... Kendi kendini kafese koyup kader mahkûmu süsü vermiş... Arzusu, nazı niyazı bitmez ama işe gelince kirpiğini oynatmaz süs bebekleri mi? Kezban Arca Batıbeki bu şekil kadınları şahane tasvir eden bir sanatçı. 'Kafes' projelerinde de yaptı bunu, 'Yanık Saraylar'da da... Hatta 'Hiçbir Şey İçin Bekleyiş' diye doğrudan adını koyduğu bir eseri de vardır. Resimlerinde de, koleksiyonundaki objelere birer oyuncuymuş gibi rol biçtiği fotoğraf/fotokolaj ve yerleştirmelerinde de hep bu tarz kadınları, onların zihniyetini, ilişkilerini iğneler. Kadınlar arası o çok itişmeli, didişmeli, fitne fesatlı yollara da sokar bizi... Kendi hayatını dışarıdan bir evlilik programı izler, bir 'beyaz dizi' okur gibi dahli olmadan yaşayan, hiç üretmeden amaçsızca var olan, tevekkülü tembellik sanan, kurtarıcısını bekleyen, anca bekleyen, sırf bekleyen kadınların dizinin dibine, fotoromanının sayfasına, dantel örtüsünün ilmeğine, biblosunun başına da götürür... 'Kadın meselesi' deyince hep büyük ve sıkıcı lafların edilmesine alışkınız. Halbuki Batıbeki hiç öyle gözümüze sokmadan, altını fosforlamadan, iddialı kelimelere dökmeden tam da bunu yapar. Yine yapmış. Yeni sergisi 'Dolls', perşembe günü Alan İstanbul'da açıldı. Asmalımescit/ Tünel'de, şehrin en karakteri, ruhu olan kafelerinden Şimdi'nin olduğu binada.
'Disiplin' demeden de mümkün!
'Disiplinler arası' diye, 'multidisipliner' diye 'sanat insanları'nın bayıldıkları tabirler var, malum. Bana doğrudan disiplin çağrıştıran, dolayısıyla da iten bir jargon bu! Kezban Arca Batıbeki yıllardır fevkalade 'bol disiplinli' seyretmesine rağmen (resim, fotoğraf, video, yerleştirme...) gündelik konuşmasında bu tarz 'kibirli' sanat terimlerine prim vermeyen biri. Bundan nasıl uzak durabiliyor, ilk onu sordum. "İşi biraz doğal akışına bıraktığım ve bir şekilde, kendi kendine geliştiği için olabilir mi?" diye, o da sordu cevaben. "Her şeye bir kılıf uydurmaktan yana değilim zaten, bu nitelikli terimleri sanat tarihçilerine bırakmakta yarar var." Bu bir fotoğraf sergisi, Batıbeki de kitsch'i, klişeyi seven bir sanatçı. Buna da güvenerek soruyu patlatabiliriz: Neden fotoğraf?! "Aslında fotoğrafın kariyerimde bir hedef değil, kaçış olduğunu düşünüyorum. Başlangıçta hedef, ressam olmaktı. Daralınca fotoğrafa, ondan daralınca kısa filme ya da yerleştirmeye kaçtım. Bana soluk aldıran kaçışlar oldu bunlar... Özellikle siyah beyaz fotoğraf; sanırım hayatımdaki renklerden ve büyük boyutlardan, kısa süreliğine sığınabileceğim huzurlu bir liman oldu benim için. Fırtına dinince denize açılacağım yine..."
Nostaljik kartpostallar gibi
Instagram'da türlü filtreyle, kesip biçmeyle herkesin fotoğraf üstadı kesildiği bir devirde, bu fotokolajları biraz açmak lazım. Bir kere yurtiçi ve yurtdışı gezilerinden, antikacılardan, eskicilerden, müzayedelerden, bitpazarlarından topladığı sayısız objeyi kullanarak çok detaylı sahneler kurguluyor Batıbeki. Bizi kendi dünyasına, bazen evinden bir köşeye, bazen yer değiştirmiş bir Kızkulesi'ne çekiyor. O orada ama bu nasıl burada; hem bir temas hem bir mesafe oluyor. Şimdiye kadar daha çok canlı renklerle ve büyük boyutlarla pop bir dünyaya sokuyordu bizi. Şimdi sırf ölçüyü küçültmekle kalmamış, renksizlikle de başka bir zamana gitmiş sanki; o kurguladığı kadın dünyasının ait olduğu/geride kaldığı vakitlere belki... Fotoğraflar tam olarak siyah beyaz da değil. Elle boyanmış, az renklendirilmiş, fevkalade büyülü bir kıvamdalar. Nedir bu tekniğin sırrı? "Sergide iki farklı teknikte işler var. Başlangıçta siyah beyaz fotoğraf için 1800'lerden, tarihi bir baskı tekniği olan 'Gümüş Jelatin'i kullanmayı düşündüm" diyor. "Bir seri fotoğraf bastıktan sonra, bazı kompozisyonlarda istediğim tonları yakalayıp bazılarında yakalayamadığımızı gördüm ve baskı tekniğini değiştirmeye karar verdim. Jelatin baskı tekniğiyle bastığımız fotoğrafları; o yıllara özgü, genellikle kartpostallarda gördüğümüz gibi elle renklendirerek, zaten fotoğraf kompozisyonlarımda kullanmayı sevdiğim başka bir zamanın, hayatımda süregelen varlığını da vurgulamak istedim."
"Hedef 'bebek' olmaksa, esaret kaçınılmaz!"
Serginin adı 'Dolls'. Kimler peki bu 'bebekler'? "Kendini hayatta 'Doll/Bebek' olmak dışında konumlandıramayan kadınlar sanırım... Hedef sadece 'bebek' olmak olunca esaret kaçınılmaz; birilerinin 'bebeği' olmak durumundalar. Konu aldığım kadınlar aslında hep sığınacak liman arayan, bu limanların konforuna kapılıp açık denizleri unutanlar... Komşunun tavuğu örneğindeki gibi hep başkalarının hayatlarına ve sahip olduklarına özenenler... Hep bir şeyleri bekleyenler..." Kezban Arca Batıbeki, bir Atıf Yılmaz & Nurhan Nur ortak yapımı. Sinemaya ve dizilere olan ilgisini biliyoruz; bunlar onun beslenme kaynakları da... En çok nelerden besleniyor peki? "En çok yolculuklardan beslendiğimi düşünüyorum. Bende hep bir kaçma isteği vardır. Yolculuklar, bu duygularımı frenlememi sağlayan, beni zenginleştiren aktiviteler. Hele bu yolculuklar sanatı da kapsıyorsa, gezip görmenin, öğrenmenin sonu yok." Son zamanlarda en takdir ettiği fuarları, sergileri, işleri saysın o zaman: "Art Basel, Art Basel Miami Beach gibi fuarlar, Venedik Bienali, Documenta, Manifesta gibi büyük sanat etkinlikleri, ilham verici ve kaçınılmaz derecede cazipler. ParisPhoto, Frieze gibi diğer fuarlar da, zaman zaman gündemimize girer ve çıkarlar. Son yıllarda en bayıldığım sanatçılar; her 'disiplin'de şahane işler çıkaran William Kentridge, Janet Cardiff ve George Bures Miller'ın interaktif işleri, şu sıralarda İstanbul Salt'ta gösterilmekte olan Christian Marclay'in 'The Clock' adlı 24 saat süren filmi ve daha birçoğu..."
"Sanat dünyası ne kadar büyük ve küçük..."
"İlk gördüğünüzde kıskançlık (Hadi gıpta diyelim) hissiyle dolup 'Keşke ben yapmış olsaydım!' dediğiniz üç sanat eserini sayınız" diyorum. "O kadar çok ki, saymakla bitmez. Bir de o kadar şuursuzum ki bazı filmleri ve kitapları da kıskanıyorum. Bana üç şey say dediğiniz anda bunalıma girerim" diyor. "Neo Rausch gibi resim yapabilmek, Gregory Crewdson'ın bazı fotoğraflarında yarattığı inanılmaz dünyayı kurabilmek, Wong Kar Wai'nin 'In the Mood for Love' ve Christian Marclay'in 'The Clock' adlı filmlerini ben çekmek isterdim. Geoffrey Farmer'ın Documenta'daki dev salon yerleştirmesini de ben yapmalıydım. Kıskanacaksam bari onları kıskanayım..." Kezban Arca Batıbeki, Manhattan / New York'taki Leila Heller Gallery ile çalışıyor. Uluslararası sanat piyasasında olmak ona ne göstermiş? "Sanat dünyasının ne kadar büyük ve aynı zamanda ne kadar da küçük olduğunu fark etmemi sağladı" diyor. "Ama tüm bunlara yetişmeye çalışmak ruhen insanı yoruyor. Türk sanatçıları olarak; dünya sanat ortamında süregiden inanılmaz bir yarışın, hiçbir zaman birinci olamayacağını bilen yarışçılarıyız sanki..." Olsun, biz bu yarışçıyı, bu sanatçıyı takdirle takipteyiz. 'Dolls', 28 Haziran'a kadar Alan İstanbul'da. Beklemeyin.