Gerçeklerle gerçek olmayanların karışmaya başlaması insanın akıl sağlığının bozulması süreçlerinde görülür. Ayırt edemez hale gelmek ise ağır bir sorunu gösterir.
Birçok hastalıkta rastlarız.
Arkanızdan yürüyen kişinin sizi takip eden düşman olduğuna inanmak, kafanızın içine çip yerleştirip sizi kontrol ettiklerini düşünmek gibi birçok belirti sayılabilir. Gerçeği ayırt etmekte zorlandığımız ama hastalığa dönüşmeyen durumlar vardır.
Bazen algılarımız ya da zihnimiz bize oyun oynar, ama kısa sürede fark ederiz. Bunları yazmamın nedeni, gazetelerde ve televizyonlarda uzun süredir izlediğim tartışmalar aslında. Tüm bir toplum hasta olmadığına göre gerçekle hayalin, gerçeklerle kurguların, yaşamla filmlerin arasındaki sınırların niye kaybolmaya başladığını düşünmek gerekiyor. Filmlerden ve romanlardan gerçek yaşamı beklemek ve buna inanmak, gerçek haberleri uydurma, hayal olanları gerçek sanmak, bu denli şüpheci, olayların tek yönünü gören, diğer yönleri yok sayan zihni karışık bir toplum haline nasıl gelindiğinin ve nasıl 'normal' olunacağının tartışılması, toplumun ruh sağlığı için çok önemli oldu.
SOYUT VE SOMUT FARKI
Çocuklarla erişkinleri ayıran bazı özellikler vardır. Çocukların duyguları çabuk iniş çıkış gösterir. Ağlamadan gülmeye, sevinçten kızgınlığa hemen geçebilirler. Zaman kavramı iyi gelişmemiştir. Hafta sonunu beklediğinde, her sabah "Hafta sonu mu?" diye sorar. Çocuk somut düşünür. Tanrıyı gökyüzünde oturan ak sakallı dede olarak düşler. Canlı cansız ayrımı yapamazlar. Çarptığı masaya, "Pis masa," der.
Duygu ve düşüncelerini gerçekle bir tutar. Gece annesini rüyasında görür ve sabah, "Seninle ne güzel gezdik," der. Korku ve kaygılarını abartma eğilimindedir. "Seni bırakıp giderim," denildiğinde aşırı kaygı duyar. Somut düşündükleri için televizyon seyretmelerinin, özellikle de bazı programların onlara zarar verdiğini söylüyoruz. Orada olan her şeyi gerçek sanacakları için ölen kişinin gerçekten öldüğünü, birine gerçekten vurulduğunu, binaların gerçekten yıkıldığını düşünürler. Bu süreç 11 yaşından sonra değişir, değişmesi gerekir. İnsanlar geliştikleri için soyut düşünme başlar. Gerçeği sanaldan ayırt edebilirler. O nedenle erişkinler izledikleri şeylerin film, kurgu, ilgi çekmeye yönelik, izlenip eğlenilecek birer senaryo olduklarını, oynayanların rol yaptıklarını, yaptıkları rolle çoğunlukla hiç benzeşmediklerini ayırt edebilir. Yani somut düşünmezler. Çünkü gelişim dönemleri soyut düşünme yetisini sağlamış olmalıdır.
SOYUT DÜŞÜNCEYE GEÇEMEMEK
Oysa bir bakıyoruz köşe yazılarından ana haberlere, magazin sayfalarından sokaktaki konuşmalara değin somut düşünce sürüyor.
Oyunları gerçek, oyuncuları canlandırdıkları kişiler sanmaya başlayalı uzun süre oldu. Birine rolü nedeniyle kızıyor ya da tapıyoruz. Filmleri tarihi gerçeklerle kıyaslıyor, günlük gerçekler, sorunlar duruyorken onları tartışıyoruz.
Güldüğümüz şeyler bile somut. Soyut şakalar arada kaynayıp gidiyor. Ama kaba, somut ve aslında komik olmayan şeylere gülüyoruz. Belki de en kötüsü korkularımızı somutlaştırmak oldu. Aynen çocuklar gibi öcüler yaratmaya, öcüleri ayrıntılı tarif etmeye ve sonra onlara inanıp, korkmaya başladık. Kim tarafından yazıldığı belli olmayan, içinde yazanların doğruluğu hakkında en küçük bir kanıt bulunmayan mailler yüzünden tedavi bırakanlar, hiç tanımadıkları insanlar hakkında emin bir şekilde karalama konuşmaları yapanlar, bazı kurumları kötü, bazılarını ise muhteşem diye tanımlayanlar gittikçe artıyor.
Üstelik bunu her sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyde insanlar yapmaya başlayınca, gerçekle sanal arasındaki çizgi daha da inceliyor.
İşitileni, okunanı akıl süzgecinden geçirememek, bir yandan göremediğin, dokunamadığın şeyleri yok sayarken, diğer yandan kimin ne için yaptığı belli olmayan yorumlar nedeniyle gelecek korkusuna kapılmak, gerçekleri göremezken sanal dünyayı gerçek gibi algılamak bireysel ve toplumsal endişe verici bir durum.
Ruhen çocuk kalmak, çocuk saflığını korumak iyi olsa da, zihinsel gelişimlerin çocuk kalması, üstünde dikkatle durulması gereken bir durumdur.