Baharın ikinci Ege seferinden dönmüş; gözümü, ruhumu, midemi, her bir hücremi doyurmuş olarak başlıyorum bu satırlara...
İlki, mart sonundaydı. Dört 'kız' pazartesi sabahı Yenikapı feribotuna binmek üzere buluşmuştuk. İstikamet Tire pazarı, heyecan zirveydi.
Doğa daha o çıldırtıcı yeşilliğine tam kavuşmamış ama hararetli muhabbetten bir anı bile sıkmayan yol, su gibi akmıştı.
Öğle yemeğini İzmir Kemeraltı'ndaki Hisarönü Söğüşçüsü'nde almış; duvarda asılı yazıyı yazanın ben olduğuma "Yaa yaa tabii tabii" diye gülüp geçmelerine ve hemen bitişikteki Hisarönü balık pişiricisinden gelen ızgara sardalyalara bayılmıştık.
Ertesi günkü Tire pazarına giderken İzmir trafiğine maruz kalmamak için Selçuk'ta kalacaktık. Güneş batmadan, Şirince'ye uzandık. Buranın adını kalabalıklara duyurmasıyla ve köye hâkim manzarasıyla Nişanyan Evleri'ne uğramadan olmazdı. Ama asıl hedef Aziz Nesin Matematik Köyü'ydü.
Ali Nesin'in hayata geçirdiği baba hayali, bu civarın en manalı, en hayranlık uyandıran yeriydi. Şeftali ağaçlarıyla dolu yolda yürümek, adım atmadan önceki tembelliğimizden utandırdı ve büyük keyif verdi doğrusu.
Matematik Köyü ise fikir, hayal, emek ve desteğin bir araya gelince nelere kadir olduğunun ispatıydı.
Akşam yemeği için yine Şirince'deki Güllü Konakları'na gittik. Göz okşayan detaylarla dolu bu son derece zevkli dekore edilmiş mekândaki yemekler de ortalamanın çok çok üstündeydi.
Hayatımın açık ara en nefis oğlağı diyeyim kısaca...
Ertesi sabah erkenden kalkıldı çünkü Tire pazarının fethi öncesi, bura raconuna uygun olarak önce çorba içilecekti:
Taktak çorbası. Üstüne de Taktak kebabı. Sabah kahvaltısında âdet böyleydi. Ali Usta, Babaoğlu, Yıldız...
Esnaf ve yöre halkı, sabaha karşı açılıp öğlene doğru kapanan bu dükkânlardaydı.
Limonu sıktık, kırmızı biberi bastık ama aradığımız beyran benzeri tadı pek de bulamadık açıkçası...
Ama Tire pazarı, tam bir 'anlatılmaz, yaşanır' hal. Bir bahar müjdesi, şenliği, cümbüşü... Mart sonu-nisan başı ideal zamanı... Hardalotu, turpotu, kuzukulağı, ısırgan, çağla, taze sarımsak...
Bunların az önce toplanmışlarını, yeşilin sahiden de 50 tonunu, nergislerle, papatyalarla aynı tezgâhlarda tahayyül edin (En körpe karnabaharları, çıtır kabakları saymıyorum bile)... En çok da kolay kolay her yerde bulunmayan zarif yabani kuşkonmazı...
Sarmaşık, tatlı filiz, izbinya gibi isimleri de olan yabani kuşkonmaz, azıcık kavrulunca, hele ki yumurtalı, olağanüstü oluyor.
Dönüş yoluna çıkmadan önce finali Kaplan Dağ Restaurant'ta yapacaktık.
Dağların eteğindeki vadiye bakan ve hakikaten nefes kesen yekpare manzarasıyla, deli konumda bir yer burası.
Saatlerce, neredeyse günlerce oturup keyif yapılabilir. Refakatçiler de boş değil: Taze otlarla yapılmış envaiçeşit mezeden Tire köftesine, otlu börekten karadut suyu hatta sübyeye... Üstelik de İstanbul fiyatlarıyla kıyaslandığında bahşiş gibi kalan hesaba...
Tire pazarı konseptli ilk Ege gezimizin tadı damağımızda kalmış biçimde, araba tıklım tıklım erzakla dolu, seneye aynısını mutlaka tekrar etme sözüyle döndük.
AYLAKLIK YAPMA ZAMANI
Ege'yi ikinci fethimiz geçen hafta sonu, İzmir merkezli olarak tasarlandı.
22. İzmir Kitap Fuarı'nda sevgili arkadaşımız Elif Türkölmez'in Çınar Yayınları'ndan çıkan ilk kitabı Anne Kız, Harikasın'ın imza günü ve söyleşisi vardı. Biz de İstanbul'dan dört kişi çıkıp beş kişi dönen, oradaysa iyice kalabalıklaşan bir ekiple, tadı yine fena halde damağımızda kalan, fotoğraflara her baktığımızda kendimizi ya sırıtırken ya püskürürken yakaladığımız çok tatlı bir hafta sonu geçirdik. Bu defa Osmangazi Köprüsü'nden geçtik.
Gidiş, hiç olmadığı kadar kısaldı, hızla uçtu bitti. Doğa azami yeşilliğine ulaşmıştı, araba yolculuğu iç açıyordu.
Sabahlar, Dostlar Fırını'nın boyozuyla başladı. Milföyümsü dokulu açma diye düşünün. Evet yağlı ama baş döndürür ölçüde de lezzetli. Alsancak'taki 1983 doğumlu bu fırın, boyozun piri ve de her daim kapısı kuyruklu. Peynirli, ıspanaklı, peynir ve ıspanaklı, patlıcanlı, enginarlı, çörek otlu ve susamlı, zeytinli, yeşil mercimekli, pırasalı boyoz yapıyorlar.
Ama sadesinin yeri apayrı... Sonra da tatlı olarak bol tahinli tatlı boyoz. İşte bu inletir kudrette. Çikolatalısı da var ama yüz kere, bin kere tahinli derim!
Tatlıperestler Reyhan Pastanesi'ni duymuş olmalı. İzmir'in bu pek güzel ve hep güzel pastanesi, pastalarının nefaseti kadar onlara verdiği isimlerle de meşhur. Vişneli Sükse misal...
Makadon var sonra, arası dondurmalı makaron!
Üst üste tatlı, insanda tuzluyu çağırıyor ve akla her fırsatta söğüş geliyor!
Karar veriliyor: Evet tekrar ve tekrar Hisarönü Söğüşçüsü. Favorim, tek lavaşa soğansız ve beyinsiz...
Harcıâlem yemeklerden Doy Doy'un hamburgeri (İzmir'in ilk hamburgercisi), Eko Pub'ın kâğıt inceliğinde hamur üstündeki Meksika fasulyeli pizzası beklenmedik iyilikte. Midye dolma, her zaman her yerde!
HAVAMIZ DEĞİŞTİ
Duvarındaki haşmetli kitaplığı ve retro koleksiyonuyla Varuna Gezgin Cafe... Kazıkçı balık lokantası değil de tatlı, samimi ama hem de gayet lezzetli meyhanelerden Sui's ve Battı Balık...
Hayat yeme içmeden ibaret değil elbette. Kültürel doyum da gerek. 22.
İzmir Kitap Fuarı'na gösterilen ilgi (Yoğundan da yoğun) insanı umutlandırıyor.
Fuarın gerçekleştiği Kültürpark - Uluslararası İzmir Fuar Alanı'nın bahçesi de genişliği ve yeşiliyle adeta büyülüyor.
Sonra Kordon'da ve Pasaport'ta deniz havası alarak yürümek... O güzelim eski binalara, konaklara, evlere rastlamak (Pamuk helvayla çilekli pasta arası güzelim yapı, İzmir Valiliği'ne ait olan İl Kültür Turizm Binası mesela...
1914'te inşa edilmiş Aliotti Köşkü, Yaşar Eğitim Merkezi olarak kullanılıyor ve turkuvaz rengiyle göz alıyor)...
Bayraklı ve Atatürk'lü abiye kıyafetler sunan butiklerin vitrinine bakmak...
Karşıyaka'ya geçip burada oturmaya karar verip, İhsan Oktay Anar'a komşu ev bakmak... İzmir'de aylaklık yapmak çok zevkli... İnsanın havası değişiyor.