En mühim işimizin oy vermek olduğu bu pazar gününde rotayı nereye çevireceğiz? Tulumla kemençe hazır mı? Başlayalım o zaman: "Ayağında çorabın / Biri yün biri pamuk / Oy oy sevduğum oy oy // Ben sana gönül vermem / Sen unutursun çabuk / Oy oy sevduğum oy oy // Başındaki puşiyi / Ne güzel bağlamişsun / Oy oy sevduğum oy oy // Gözlerunden bellidir / Sevduğum ağlamişsun (Nazlı yar ağlamişsun) / Oy oy sevduğum oy oy // Gezdiğimuz yerlerden / Akmaz oldu dereler / Oy oy sevduğum oy oy // Açın bakın kalbumi / Neler saklidur neler / Oy oy sevduğum oy oy"...
Karadeniz müziğinin iddialı gruplarından Koliva'yı beğendiremediysek, o zaman Şevval Sam'dan gelsin: "Oy benim sevdiceğum / Olur mu böyle keder / Of Sürmene yaylası / On beş doktora bedel // Trabzon'un feneri oy / İki defa döneyi / Geldi Ordi vapuri / İstanbul'a gideyi // Arakli'den Yomra'dan / Gel gidelum Pazar'a / Ben Pazar'da duramam / Beni Rize'de ara / İstanbullarda ara // Trabzon boyük şeher / Doyamadum tadına / Uzaktan sevmek olmaz / Gel yakına yakına"...
Gidelim yakına... Karadeniz; müziğiyle, insanıyla, yeşiliyle, mutfağıyla, hüznüyle, havasıyla, başkalarıyla kıyaslanamayacak bir bölge. En çok coğrafyasıyla çarpıyor. O göz alabildiğine yaylalar, vadiler, müthiş bir özgürlük, sonsuzluk hissi. Öyle Maldivler usulü tek kartpostallık değil üstelik, sağınız solunuz eski kahvehanelerde asılı posterlerden sanki: Yeşilin 50 tonu... Yürü, keşfet, yorul, yayıl, yuvarlan, içine çek...
DENİZ Mİ, YAYLA MI?
Birkaç yıl önce Türkiye'nin dört köşesinden yüzlerce çocuğun katıldığı bir resim yarışmasında jüri üyeliği yapmıştım. Bölgeler arasında çok keskin ayrımlar vardı. Ege bölgesinden çocuklar denizi gayet eğlenceli resmediyordu. Güneş, sandal, top, simit, mutlu suratlar, hoplayıp zıplayan insanlar, hep bir tatil havası vardı. Deniz, arkadaştı. Gülüp eğlenilirdi onunla... Karadenizli çocuklar için ise hayat gailesiydi deniz... Karanlıktı, karamsardı. İş, kazanç kapısı, dahası hüzün hatta acı sahasıydı. Sevdiklerini alıyor, icabında geri vermiyordu. Denizi, çoğumuzun (hele yaz arifesinde) hayal etmek istediği şefkatli, neşeli, bebek renkli değil Karadeniz'in. Kavgacı, potansiyel kazıkçı. O yüzden de deniziyle yeşili arasında seçim yapacak olsam tereddütsüz ikinciyi seçerim. Nefes kesen ama bir yandan da nefes veren yaylalarını, vadilerini...
BATUM'DAN TRABZON'A...
Biz Batum'a uçmuş, önce ara sokaklarında dolaşıp, yazı karakterlerinin hastası olup, elbette ki haçapuri yiyip zevkten eridikten sonra otobüsle sınırdan Türkiye'ye girmiş, Trabzon'a kadar ilerlemiştik. Uzungöl ve Hemşin dağlarındaki Ayder de güzeldi ama sanki biraz fazla turistik olmak isteyip onu da layıkıyla becerememiş miydi? Vakfıkebir ile Akçaabat, tereyağı ve köftesiyle namlıydı evet ama Çamlıhemşin daha çarpıcıydı. Kaçkarlar olanca heybetiyle karşınızda duruyor, Fırtına deresi gürül gürül akıyordu. Aklımız esas Maçahel'de, Şavşat'ta, deli coğrafyasıyla istisnasız her görenin aklını uçuran Artvin'in ulaşılması pek kolay olmayan köylerinde kalmıştı.
HAMSİDEN LAZ BÖREĞİNE...
Karalahana çorbası ve sarması... Föndüyü zerre aratmayan mıhlaması, kuymağı... Karadeniz pidesi... Akçaabat köftesi... Fasulye kavurması (diblesi, diplemesi)... Laz böreği... Hamsiköy sütlacı... Bunlar en klasiklerden... En kralı da hamsi elbette, sonsuz çeşidiyle: Izgarası, tavası, kuşu, kâğıt kebabı, buğulaması, diblesi... Pilavı, ekmeği, kayganası, omleti, böreği... Artvin'in lor çorbası, Trabzon'un süt, sütlü kabak ve mısır çorbaları, Sinop'un bu üçüncüye verdiği isimle aşlık çorbası... Yine Trabzon'un Kalkanoğlu pilavı, balkabaklı ve baklalı pilavları, mantı benzeri kurzesi, haşlanmış fasulyenin ceviz, sarımsak, kişniş ve baharatla harmanlanmasıyla oluşan salatamsı malohtası... Tatlılardan bir çeşit muhallebi olan ağuz... Laz aşuresi de denen termon... Tereyağ, bal ve pekmez üçlemesi olan zurbiyet... İstanbul'da Karadeniz mutfağını temsil ettiğini zanneden dükkânlarda değil, buyrun size tam da yerinde tadabileceğiniz lezzetler... Oy!