Geçtiğimiz hafta üç kuzin, Abu Dhabi'de yaşayan kuzenimi ziyarete gittik. Bu benim Birleşik Arap Emirlikleri'ne ilk ayak basışım. Para kokusunun bu denli baskın olduğu bir havayı ilk soluyuşum. Zenginliğin bu derece bariz anlaşıldığını, fevkalade bozuk gözlerime rağmen bu netlikte ilk görüşüm...
Dünyada 'Big Four' tabir edilen (Kare as diyelim) uluslararası danışmanlık şirketlerinden birinde çalışan expat kuzenim bir hafta izin alarak bizi doyasıya gezdirdi eksik olmasın. Göz alıcı mimarisiyle insanı kendine çeken lokum gibi Şeyh Zayed Camii'nden sadece güneş enejisi kullanılan Masdar City'ye, birbiriyle yarışan iddialı gökdelenlerden haşmetli AVM'lere her tarafın hatırını sorduk (Bunları haftaya tek tek, tane tane anlatmayı planlıyorum).
İstanbul'a bahar hâlâ tam gelmemişken denize girme fikri de heyecan vericiydi elbette. Ama çok daha manalı denizler görmüştük doğrusu; un gibi kumu ve ılık suyuyla bu gökdelen manzaralı bebek denizinden büyülenmedik.
Ama çöl... İşte o gerçekten müthiş bir deneyimdi...
İSTİKAMET AL AİN ŞEHRİ
İlk çölde safari randevumuzu hava muhalefeti yüzünden iptal etmek zorunda kaldılar. İki gün sonra neyse ki şartların uygun olduğu müjdesi geldi. İstikamet Al Ain şehriydi.
Bahar anlamına gelen Al Ain, Abu Dhabi eyaletinin başkent Abu Dhabi'den sonraki ikinci büyük şehri. Bu toprakların 'babası' Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahyan'ın da doğduğu yer.
'Körfezin Bahçe Şehri' deniyor buraya. Yeşil.
Abu Dhabi'nin doğusunda, Dubai'nin de güneyinde...
İlkinin merkezine 160, ikincininse 120 km mesafede. Altınızdaki araba ve direksiyondaki şoföre bağlı olarak (Abu Dhabi trafiksizliğiyle ünlü) bir saati ya geçer ya geçmez yani...
Al Ain'e gitme sebebimiz coğrafyası. Hem yeşili hem çölü! Kuzeyinde ve doğusunda yer alan, demir oksit yüzünden/sayesinde kırmızı ışıklar saçan farklı dokulardaki kum tepecikleri... Kuru çöl havası, deniz kenarı bölgelerin neminden bunalanları her fırsatta çekiyor kendine...
ÇÖLDE NEFİS BİR TESİS
Al Ain şehrine vardınız. Al Ain Çölleri denen bölgeye geçiyorsunuz şimdi. Reham Çölü'nün başladığı noktaya... Telal Resort'a...
'Ölmeden önce gidilecek bilmem kaç bilmem ne' listelerine girecek kapasitede bir yer burası.
Görsellik tavan bir kere... Çok fotojenik, çok kartpostallık, çok Instagram'lık... Konaklamalık rüya villaları, çok hoş çadır restoranı ve çeşitli şımartıcı imkânları olan bir tesisten bahsediyoruz.
Dozu fazla geldiğinde ağırlık veren 'arabic' tarzda değil, doğal malzemelerin sanatsal dokunuşlarla coşturulduğu güzel bir dekorasyonu var.
'Yapılı' bir doğallık ama hakkını verelim ki çok da albenili.
Çadır kelimesinin çağrıştırdığının çok ötesinde bir atmosfer sunan çadır restoranda servis biraz yavaş ama yemekler gayet iyi. Karidesli biryani başımızı döndürüyor resmen: Bol karidesli, karamelize soğanlı, üzümlü, kajulu, safranlı, kişnişli, bol baharatlı, mükemmel dökümlü bir pilav bu. Haddinden fazla kaçırmamıza rağmen sonrasında zerre şişkinlik hissettirmiyor.
HUZUR İLE HEYECAN BİR ARADA
Buradaki özel safari için esasında tesiste konaklama şartı var ama becerikli kuzenim daha önce kaldığı için bize jest yapıyorlar. Yemekten sonra şoförümüz Amir geliyor ve yola koyuluyoruz.
Çöl gerçekten çok başka bir tecrübe... Muazzam bir sonsuzluk, benzersiz bir sessizlik... Özgürlükle çaresizlik bir arada... Huzurla heyecan kol kola... Çok 'anlatılmaz, yaşanır' bir hal...
Kucaklıyor insanı çöl. Sarmalıyor. Bejin tonlarını, en ruhsuz bulana bile sevdiriyor. Kumda yuvarlanmak terapi gibi geliyor. Telefona kaydeden olursa, sonrasında seyrederken herkesin sayısız kere "Ayyy çok şahane", "Ayyy çok acayip", "Ayyy çok muhteşem" dediği duyuluyor!
Çok yeşil bir çöl burası... Vahaların güzelliği baş döndürücü... Bejin tonlarıyla yeşilin çeşitleri ne müthiş bir uyum sağlıyor diye adeta hipnotize oluyor insan. Sonra hop, bir sıçrama, ay antilop mu o?
Bu turların çok daha ekstrem, vahşi, yüksek adrenalinli çeşitleri var. Bizimki onların yanında bayağı ehlileştirilmiş ve şefkatli. Yine de her yanımızın açık olması sebebiyle tepeciklerden inip çıkarken küçük çığlıklar atmadan duramıyoruz.
Finalde epey sersemlemiş, bolca da kum yutmuş haldeyiz. Ciple iki saatlik çöl gezmesine yaklaşık 600 TL veriyoruz. Değiyor mu? Kesinlikle.
Fazlasıyla. Helal olsun.
KOŞ ARAP ORİKSİ KOŞ!
Çöl sakinlerinin en başında Arabistan oriksi (Arabian Oryx) geliyor. Beyaz oriks de deniyor adına. Orta boy bir antilop bu; yetişkin çağında yaklaşık 70 kilo. Omzunda belirgin bir 'kamburu', uzun ve düz boynuzları var.
70'li yılların başında nesli tükenmekte olduğu için koruma altına alınan, 1980 itibarıyla tekrar doğaya, doğal ortamına salınan bir arkadaş kendisi. Çok hoş koşuyor. Atletik. Güzel. Zarif. Alımlı. Ama gözünüzün içine baka baka çöle zeytin çekirdekleri ekebiliyor!
KUM YUTMADAN OLUR MU?
Pek mümkün değil ama yine de elden geleni sayalım:
İnce ve rahat giyinmek gerek... Parmak arası terlikle ya da babetle çölde yürümek neredeyse imkânsız; lastik ayakkabı açık ara en iyisi.
Çantaya şal, eşarp, paşmina gibi bir şeyler atmak bir nebze kurtarıyor; ağzı-burnu kapatmak gerekebiliyor çünkü. Muhakkak güneş gözlüğü takmak lazım... Saçlar uzunsa toplamalı...
Ama şuna hazır olmalı: Ne yaparsanız yapın ağzınızdan çıkır çıkır sesler gelecek çünkü kum yutacaksınız. Burun ve kulak deliklerinizden bol kum çıkacak, gözleriniz yanacak. Ayakkabılarınızın içi kum dolacak. Ve çöl dönüşü duşa girdiğinizde göreceksiniz; her bir gözeneğinize kum kaçmış olacak. Yapacak fazla bir şey yok. Tadını çıkarın