Eveet, herkese iyi bayramlar.
Dertsiz, tasasız güzel bir bayram olsun.
Huzurlu, mutlu, bereketli...
Bereket, günlerden başladı zaten.
Cömert, bonkör, yüce gönüllü, eli açık geldi bu seneki. Kurban Bayramı'nın dört gününün de hafta içine isabet etmesi, en hayal edilen şekil! Başını sonunu bağladığımızda dokuz gün tatil ve tam da yaz bitti diye hayıflandığımız eylül ayında olabilecek en güzel şey!
Nereye gidiliyor peki?
Yazlığa mı? Küçük şirin bir pansiyona mı? Mütevazı bir motele mi? Sükseli bir butik otele mi? Yan gelip yatmalı bir her şey dahil ortamına mı? Tekneye mi? Cruise seyahatine mi? Yol yolculuğuna mı?
Yön olarak nereye peki?
Dokuz günlük tatil her yeri kaldırır. Gittiğinize, jet lag'inize değer. Rahatlıkla kıta değiştirilebilir.
Böyle durumlarda ABD ilk akla gelenlerden.
Tek başına New York olur, Miami olur, Los Angeles tarafı olur... Geçen hafta salaşından havalısına bir sürü özellikli lezzet noktası saymıştık Los Angeles'tan, asıl bunu düşelim kayıtlara: West Hollywood'da Son of a Gun.
Jon Shook ile Vinny Dotolo'nun et severleri ihya eden Animal'dan sonra açtıkları deniz mahsulleri ağırlıklı lokantayı bütün şöhretli şefler methediyor. Paylaşılan masalarda jumbo, ıstakoz, deniztarağı...
Geleneksel temel üstüne kreatif ve inovatif dokunuşlar var burada, hesap da acıtmıyor.
'LEVEL' ATLATIR!
ABD değil de Güney Amerika olabilir; hazır Kurban Bayramı'nı fırsat bilip, etin hakkı Arjantin'de verilir mesela.
Buenos Aires'deki birbirinden atmosferli kafelerin havası solunur. En eskisine gidilir muhakkak; 1858'den beri var olan ve duvarlarından tarih süzülen Tortoni'ye...
Dünyanın en baş döndüren kitapçısı görülür mutlaka Buenos Aires'de: Eski bir sinema-tiyatro olan El Ateneo. 1920'lerden kalma sahnesinde bir şeyler içmek, 'Yapmadan ölme'vari listelerde çok level artırır!
Tur şirketleri Arjantin'le Brezilya'yı paketliyor genellikle. Iguassu'ya da götürüyorlar arada ki götürsünler, insanı sersem eden bu dev şelale muazzam bir tecrübe.
HİNDİSTAN'DA DÜĞÜNÜMÜZ VAR!
Kurban Bayramı, hali vakti yerinde olmayanlara yardım da demek. Bu yönde bir sosyal içerik de aranıyorsa tatilde, Brezilya'da favela yani gecekondu mahallesi ziyareti yapılır. Zenginlikle yoksulluk arasındaki o dikenli çitleri görüp halimize şükretmek, bir de saadetin, neşenin, kahkahanın maddiyatla zerre alakası olmadığını hissetmek için Brezilya iyi bir destinasyon ama tek değil maalesef. Bu alanda Hindistan da iddialı...
Mumbai'de Louis Vuitton'un, Prada'nın yamacından kanalizasyon akar.
Dev açık çamaşırhane dehşetengizdir. Sokaklarda yalınayak dolaşan çocuklar, akan pis sularda zıplar. Bazı bölgelerde o su olduğunu varsaydığımızın su olmadığına delalet kesif bir koku vardır havada...
Ama işte capcanlı renklere, o süs püse hayran kalınır.
Mümkünse bir Hint düğününe gidilir ve belki en yakın arkadaş kınasında eğlenilmediği kadar coşulur.
Fabindia'dan çok makul fiyatlı gardırop düzülür. Bütçenin biraz acımasına göz yumulursa Bombay Electric'ten dönüşte herkesin 'Nereden?' diye soracağı garantili tasarım kıyafet ve takılar bulunur.
KÜBA=INSTAGRAM KALBİ
Mutluluk para pul demek değil. Küba'ya sırf bunun sağlaması için bile gidilebilir.
Dünyanın en fotojenik şehirlerinden Havana, Instagram'da sayısız kalp manasına da gelir. Hayatın bir tarihte durduğu hissini veren bu açıkhava müzesivari şehrin enerjisi de görselliği de benzersizdir.
Hem biraz rötarlı olarak gündeme de uyar: Kahraman'ın Che'ye laf etmesi Che'yi yattığı yerde ters döndürmüş mü, havada gerginlik oluşturmuş mu, bakılır!
Daha gidelim mi? Shanghai heyecan verir. Çin de Japonya da tarihiyle, geleneğiyle, kültürüyle, endüstrisiyle ve elbette ki mutfağıyla müthiş deneyimler yaşatır.
Tarihiyle, estetiğiyle, kültür sanat imkânlarıyla Avrupa şehirlerinin ayrı bir yeri var hep. Paris'te, Londra'da, Berlin'de, Roma'da, Barselona'da, Viyana'da, Amsterdam'da...
Metropollerde müzelere gidilir, sergi gezilir, konser dinlenir, binaların ihtişamına ve korunmuşluğuna âşık olunur.
Araba kiralanır ve içerilere girilir, bilinmedik kasabalara, tatlı köylere, kırlara, bayırlara gidilir belki sonra. Avrupa'nın adı geçmemiş ücraları keşfedilir.
Bayramda komşu ziyareti de âdetten.
Yunanistan'a, Yunan adalarına gidilir.
Atina'dan Halkidiki'ye, Kavala'dan Lefkada'ya...
Corfu'dan Mykonos'a, Midilli'den Thasos'a komşu gezilir.
BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM!
Fakat memleketin yeri her zaman başka... Ne kadar tarumar etsek de Bodrum, aynı İstanbul gibi: Güzelliği bâki.
Çeşme ve Alaçatı piyasalı. Foça şirin.
Datça yeşil. Bozburun, Selimiye, Söğüt, Kekova şefkatli. Antalya eylül hatta ekim garantili. Kaş müdavimli.
Karadeniz nefes kesen ve veren doğasıyla ayrı mıknatıslı... Mardin efsunlu.
Antakya olağanüstü mezeli...
Kuzey Ege temiz havalı, kolay ulaşımlı.
Ayvalık, Cunda, Assos, Sivrice, Bozcaada, Gökçeada... Hepsi ayrı lezzetli...
Memleket gibisi yok. Hakikaten bir başka... Şarkıdan ödünç alırsak: "Yeniden doğdum dersin, derya olur gidersin / Bir başkadır benim memleketim." Pasaport istemez, vize istemez. Uçaklarda yer kalmadıysa otobüsle, arabayla, motorla, bisikletle, neredeyse otostopla bile gidilir.
Hiçbiri olmadı diyelim, evde kaldınız.
Adalar tek bir vapura/motora bakar ve sadece birkaç saatiniz bile olsa mis gibi sayfiye hissi verir. Hepimize iyi tatiller.