Uçakla mı, otobüsle mi? Arabayla mı, motorla mı? Tekneyle mi, gemiyle mi? Gideceğiniz yere neyle gideceğiniz mühimdir. Her biri apayrı bir seyahat biçimi, dolayısıyla da farklı bir tatil vaat eder. Uçak hayatı kolaylaştırıyor çoğu zaman ama araba yolculuğunun da tadı başkadır. Özellikle Ege'ye karayoluyla gitmek, arada başka yollara sapmak, methini duyduğumuz bir pideci için mesela güzergâh değiştirmek pek zevklidir. Bunu ne zamandır yapmak istiyorduk, en nihayetinde becerdik: Bir minibüs kiraladık ve içine altı kişi doluştuk. Alaçatı Ot Festivali diye yola çıktık ama yolun kendisini de gezmeye çevirdik. İlk durak Sepetçioğlu. İçimizden bazılarının anlaşılmaz bir ısrarla Ördekçioğlu dediği bu tesisin kahvaltısı da, kuyu kebabı da, gerdan çorbası da, ortalamanın epey üstündedir. Yalova- Bursa yolunda, feribota 10 dakika mesafede eli yüzü düzgün bir işletmedir. Kahvaltı molasını burada verdik. Sahanda peynirli yumurtalara ve kızarmış isli peynire doyamadık. Tatilde en fena şey doymaktır! Yolda en özen gösterilmesi gereken husus da az az yemektir ki farklı yerlerde sık sık yenebilsin, mümkün olduğunca çok yer denensin. Manisa Kebabı'nı, Örenay'dan Gülcemal'e kimisi şu an hayatta olmayan pek çok adreste tecrübe etmişliğimiz var. Halihazırdaki bir numaramız, açık ara Manisaspor Kebapçısı. Naçizane tavsiye: Sade isteyeceksiniz, sos koydurmayacak, ancak tereyağı gezdirteceksiniz. Sonra da köftelerden rol çalan pidelerle aklınızı kaçırmamaya dikkat edeceksiniz.
OKLAR İNSANI GIDIKLAR
İzmir civarındaki oklar insanı hep gıdıklar. Tire, Karaburun, Kuşadası, Seferihisar, Sığacık, Ildırı, Ilıca, Çeşme, Urla... Bazısına arada bir uğranır, bazısına belki hiç gidilmemiştir. Bu defa niyetimiz, en az bir ikisine uğramaktı. İzmir'in içine girecek miydik peki? Girdik. İzmir Marşı'yla: İzmir'in dağlarındaaa çiiiçekler açar... Balık pişiriciler duruyor, bayraklar bâki, kızlar güzel, boyoz hakikaten çok deli bir şey, iyi ki İstanbul'da pek yok, insanı fena müptela ediyor, velhasıl üçüncü büyükte değişen bir şey yok. Alaçatı'yı burada harcamayalım; kalabalığıyla da mekânlarıyla da delirmiş durumda ve çok malzeme veriyor köpürtecek. Ayrıca da Alaçatı hedefti, biz bu yazıda süreçle, yolla, seyahatle ilgiliyiz. Alaçatı savaşından sonra Seferihisar tarafına gidip yavaşlayalım ve Sığacık'a sığınalım şimdilik...
BİR DÖNEM EFES'LE YARIŞMIŞ
Seferihisar yakınlarındaki Sığacık'ın adı, sığınak olarak kullanılmış olmasından geliyor. Bir zamanlar İyon uygarlığının başkenti, hem de sanat merkezi, hatta Efes'in rakibi. Sığacık Kalesi'nin geçmişi Selçuklular'a uzanıyor. Kanuni zamanında Teos harabelerinden getirilen taşlarla yaptırılan kale, sırf savunma amaçlı değil, bir deniz üssü olarak kullanılmış. Üç kapısı var kalenin: Kuşadası, Seferihisar, Ayasalık. Teos Antik Kenti, Sığacık Kalesi'ne iki kilometre uzaklıkta, Ekmeksiz Plajı yolu üstünde ve de 12 İyon kentinden biri. Bölgedeki en eski yerleşim yeri. Henüz ciddi bir kazı çalışması yapılmamış, şimdiye kadar çıkanların ise bir kısmı antik kentte, bir kısmı da İzmir Arkeoloji Müzesi'ndeymiş. Asırlık ağaç, Akkum plajı, Ekmeksiz piknik alanı, Teos Marina gibi gelmişken bakılacak yerler var civarda. Denizin dibinde oturup çay içme, şezlongumsu koltuklara yayılıp yüzünü güneşe verme imkânı sağlayan sakin, huzurlu bir yerdeyiz. Ama uzun vadede durgunluğuyla bunaltabilir de. Seferihisar yakınındayız malum, yavaş şehir, Cittaslow... Kimi için dinginlik, huzur, telaşsızlık, rahatlık anlamına geliyor bu, bazısı için de basbayağı sıkıntı demek. İki tarafı da anlamak mümkün... Galiba en iyisi Alaçatı kargaşasından kaçıp buraya sığınmak, Seferihisar & Sığacık kasvetinden bunalınca da gerisingeri Alaçatı kalabalığına dönmek... Evet evet, iyi olur öyle; işte karayolunun faydaları... Urla'ya da haftaya uğrayalım...