Ayvalık, her yer gibi, herkes için farklı şeyler ifade eder. Kiminin sığınağıdır, kiminin Midilli'ye giderkenki geçiş durağı. Bazısına iyi bazısına feci çağrışımları olan bir tatil noktası. Taş evli, bol hatıralı bir sokak arası. Bulunmadık çeşitlilikte deniz sofrası. Belki papalina, belki lokma. Cunda. Taş Kahve. Bay Nihat. Ayna. Ama en çok zeytindir sanki Ayvalık. 14-17 Nisan'da Ayvalık'ta zeytin üstüne konuşulacak bir etkinlik düzenleniyor. Üstelik de ehil eller tarafından. Slow Food'u, Fikir Sahibi Damaklar'ı, Defne Koryürek'i biliyorsunuzdur. Yıllardır 'gerçek' gıdayla ilgili kampanyalar yürütüyorlar. Çocukken yiyebildiğimiz şeyleri, çocuklarımızın çocuklarının da yiyebilmesi için kafayı balık boyuna takıyor, etiket hafiyeliğine soyunuyor, lüferin ve marulun bayramını kutluyorlar. Geçen yıl Slow Fish yaptılar, şimdi de Slow Olive'e giriştiler. Anlamışsınızdır, 'zeytin güzeli' seçilecek türde bir festival değil bu. Zeytinin tarihi, önemi, geleceği, varlığı, coğrafyası, anlamı üstüne düşülecek, düşünülecek dört gün boyunca. Olaylar perşembe günü öğle saatlerinde başlayacak: Hilal Elver konuşacak önce. Kim o? BM Gıda Hakkı özel raportörü. Sonra Ömer Madra. İklim İçin kampanyası adına. Derken 'Ölmez Ağacın Peşinde'nin (de) yazarı Artun Ünsal. Akabinde Piero Sardo. O kim? Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı. Akşam konser ve film gösterimi var. Cuma günü sergi ve paneller olacak: Yeryüzü Pazarları. Tağşiş. İyi, Temiz ve Adil. Zeytin, Miras Varlığımız. Akşama konser. Büyülü bir yerde, efsunlu bir kadın: Taksiyarhis Anıt Müzesi'nde Sema Moritz. Cumartesi günkü paneller şöyle: Envanter Oluşturmak. 2050 yılında zeytin. Mübadele. Filistin'in Zeytinleri. Suriye'nin Zeytinleri. Toprak Gaspı. Gastronomide Zeytin. Pazar günüyse atölyeler hayata geçecek. Zeytinyağlı sabun yapma atölyesi, çocuk atölyesi ve gastro workshop'lar: Lübnan Mutfağı, Antakya Arap Mutfağı, İstanbul Ermeni Mutfağı, Ayvalık Mübadil Mutfağı, İzmir Seferad Mutfağı. Daha ilkinde bu kadar geniş içerik... Hoş geldin Slow Olive, iyi ki geldin, nice yaşlara...
NİSAN SONU URLA'DA ENGİNAR FESTİVALİ
Urla, İzmir'in batısında, son yıllarda İstanbulluların çok rağbet ettiği, 'kurtarılmış' addedip yerleştiği bir bölge. Adını nerden aldığına dair farklı rivayetler var: Halk dilinde Latince ve Rumca bataklıksazlık demek olan 'Vurla' kelimesinden mi? Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi'nin komutanlarından İbrahim beyin sefere çıkarken kendisine 'Uğurola' demesinden mi? Yoksa Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde yazdığı gibi kralın kızı Ulice tarafından kurulan şehre önce Urli adı verilmesi, zamanla bunun halk dilinde değişip Urla olmasından mı?.. Urla'nın enginarı meşhur. İstanbul'da rastlamadığımız güzellik ve lezzette buranın enginarı. Güzel vahşi çiçekler gibi. Kart değil, körpe. Yeşilinin tonu bir başka. Bakmaya ve fotoğraflamaya doyamıyor insan. Ve tabii yemeye de. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, elbette ki kılçıksız. İlki geçen yıl yapılmıştı. Nisan'ın son hafta sonu, 29-30 Nisan ve 1 Mayıs'ta gerçekleşecek olan, ikincisi yani. Uluslararası Urla Enginar Festivali. İlçenin en karakteristik yerlerinden Malgaca Pazarı ile Sanat Sokağı'nda. Karşılaşalım...
ALAÇATI'DA OT FESTİVALİ'NDE SİZİ NELER BEKLİYOR?
2010'da tek bir günle başlamıştı, yedinci yılında hem dört güne çıkmış durumda hem de son üç yılın tecrübesiyle iddia edebiliriz: Pazar yerinde de sokaklarda da yine kesin ezilme tehlikesi bekliyor hepimizi. Alaçatı Ot Festivali çok ama çok popüler oldu yıllar içinde. Sadece ot meraklıları değil, Ege'yi seven pek çoklarımız için baharın törenlerle resmen açılması demek sanki. Bu yılki 7-10 Nisan tarihlerinde (Benim için 8-11 çünkü perşembeyi katmıyor, buna karşılık pazartesiyi kırıyorum) ve de n'olur, lütfen, inşallah yağmur yağmasın. Neler bekliyor Alaçatı'ya gidecekleri? Tezgâhlarda adını bile bilmiyor olabileceğiniz kırk türlü ot... Ev yapımı börekler, kekler... Zeytinyağlılar, dolmalar... Reçeller, şerbetler... Adım başı ağzına bir şeyler atıp bu tezgâhları dolaşmak her manada tatmin edici. Küçük üreticilerle, yerel halkla hasbihal edip önce pazar yerinde sonra sokaklar boyunca kaybolmak hakikaten keyifli, zevkli, muhabbetli. Kortej, cumartesi sabahı düşüyor yola, çok Instagram'lık kareler çıkıyor, kaçmasın. Evvelki yılki Ayhan Sicimoğlu konseri çok ses getirmişti; katılımcıların laik tınıları unutulmazdı. Yemek atölyeleri enteresan oluyor; gastronomi alanında tanıdık isimler, bildik şefler veriyor bunları. Hem yetişkinlere, hem çocuklara... Araştırmacılarla, akademisyenlerle söyleşiler yapılıyor. Yarışmalar sonra: En fazla ot çeşidini kim toplayacak? En güzel otlu yemeği kim yapacak? İlkinde üç basamaklılara çıkabiliyor toplanan ot sayısı. Yeme içme âleminden ünlülerin jüri üyeliği yaptığı ikinci yarışmadan ise umulmadık tabaklar çıkıyor. Bazen çok basit ama leziz, bazen akla gelmeyecek kadar alengirli, ezber bozan... Festival boyunca Alaçatı'nın tüm restoranları da özel otlu menüler tasarlayıp ot yemekleri hazırlıyor. Ottan sıkılanlar için midye dolma rekoru kırma imkânı her daim var tabii, o ayrı. Egeli ev hanımlarından bazıları da el işleriyle çıkıyor görücüye. Sempatik, tatlı, komik, gülünç, kitsch pek çok objeye rastlanıyor. Hacımemiş'te tasarım dükkânları, eskiciler, antikacılar... İstanbullulaşan mağazalarda birinin üstünde gördüğünüzde nerden aldığını merak edeceğiniz estetikte kılık kıyafet ve aksesuarlar... O yüzden de birkaç gün boyunca bu ufacık alanda kapı kapı dolaşmak hiç sıkıcı olmuyor.