Anacığımın o tatlı yüzüne, güzel kokusuna ve gülüşüne nasıl hasretim bilseniz…
Tam dokuz yıldır tadım yok.
Anama 'Oy benim tatlı Fistuğum' derdim.
Öyle sevdalı söylerdim ki anacığımın yüzü gülerdi.
Hep gülsün isterdim.
Çünkü ağlamasına dayanamazdım.
O duygulu sesi yüreğimi delerdi.
Anam ağlarken dayanamaz ben de ağlardım.
Babam için de çok dertlenirdi.
Hatta bir keresinde 'Baban iyi değil uşağum, ölecek' demişti.
Analar çok sevilir elbet.
Ama ben hastaydım anama.
***
Çok fedakârdı gülen gözlüm.
Evde dört çocuğa, ahırda da iki ineğe bakardı...
Kaya gibi sert toprağı bellerken alnı boncuk boncuk terlerdi.
Uzaklardaki Şulen suyundan su taşırdı bize.
Büyük güğümde çalkalanan su çoğu kez ıslatırdı onu.
Yemeklerinin tadına doyulmazdı.
Yoğurdu, pilavı, yayıktan yeni çıkmış ayranlı tereyağı…
Oynarken düşüp yaralandığımız olurdu.
O zaman da anam doktorluk yapardı.
Mısır ununu ıslatıp sarardı...
Çok hastalanınca
sıhhiye Mehmet'e lingosin vurdururdu bize.
***
Onca yoksulluk, onca sıkıntı çeken anam tam rahat edeceği sırada ayrılmıştı aramızdan.
Onsuz ne yemeklerin tadı var, ne gülüşün, ne sohbetin…
Anamı kaybettiğim yıl, memleketten asma getirip SABAH'ın matbaasının bahçesine dikmiştim.
Anam gibi kısa, kuru bir asma…
***
Asmanın tutup tutmadığını her sabah kontrol ettim.
Her gün konuştum onunla, anacığımla dertleşir gibi.
Anam yerine koymuş, adını vermiştim.
'Hatice Ana' üzümüydü artık o.
Garip gelecek ama asmayla değil sanki anamla konuşurdum.
Bir gün,
"Tatlı fistuğum.
Babam için ölecek dedin ama sen önce gittin" demiştim.
Ama asma hala kuruydu.
Ne sesi çıktı ne de tomurcuk açtı.
Umudumu yitirmiştim ki bir sabah küçük bir tomurcuk gördüm kuru dalın ucunda.
Dünyalar benim oldu… Kim istediyse bir dal verdim...
Güzel kokulu üzüm
Hatice Ana adıyla nam salsın istedim Çukurova'ya...
Salkımlar karardığında dünyanın en tatlı kokusunu yayacaktı.
Öyle de oldu…
Anamın kokusu gibiydi.
Asmam hala matbaanın bahçesinde her yıl salkım salkım bir başka tat ve koku veriyor çevresine...
***
'Nereden çıktı bu?' diyeniniz vardır şimdi.
Anlatayım.
Önceki gün gazeteye elinde kutuyla bir genç geldi.
"Başkanın hediyesi" dedi…
Hangi başkan, ne hediyesi diye çıkışacaktım ki hasretimin adı döküldü dudaklarından;
"Kutuda Hatice Ana üzümü var" dedi.
Öyle bir yerden vurmuştu ki…
***
Hatice Ana üzümünden bir dal da
Hüseyin Sözlü'ye vermiştim zamanında.
Ziraat mühendisi olan Sözlü, Hatice Ana üzümüne iyi bakmış.
Onun için bir de çardak yapmış.
Orada, o enfes kokunun altında misafirlerini ağırlarmış.
Bizim meslek böyledir işte...
Yazılarımız sert belki ama yüreğimiz sıcaktır.
Çizgimiz malum,
Hüseyin Sözlü'nün de…
Epeydir görüşmemiştik.
Başkan öyle bir dokundu ki yaralı yüreğime…
Ağlamamak mümkün mü şimdi?