Pazar notları
Ayfer Tunç'un yeni bir romanı yayınlanmış. Kitabı okumadım.
Ama adını çok sevdim: "Dünya Ağrısı."
Sonuçta ağrıyan bir dünyadayız hepimiz.
Dünyamız ağrıyor. Ağrıyan bir coğrafyadayız. Hepimiz ağrılıyız... Yaralı bereli, çocukluğumuzun o usulca bastıran, gizemli karın ağrıları gibi...
Dünyamız çok ağrılı... Sancıyor, kanıyor, kanatıyor... Kanırtıyor... Her şey ağrılı... Ağır...
***
"Her sedefte inci bulunmaz" demişti
Mevlana...
"Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk sanır" demişti
Gazali.
Dünyamız ağrılı... Hem kendinden çok ağrılı... Hem
meselelerin özüne inmediğimiz için çok ağrılı... Hem de herkes, sadece başkalarının üzerinden
temize çekmek istiyor kendisini... Ağrımızı dingince yaşayıp, bir denizin üzerine yayılır gibi, sulara karışamıyoruz bir türlü... Hani demiş ya
Çehov, bir oyununda galiba;
"Başkalarının günahlarıyla aziz olamazsın" diye...
***
Dünyamız hem ağrılı, hem de çok hüzünlü bir yer aslında... Ama yıllardır böyle değil mi? Küçük bir hikaye; 1900'ün başlarında bütün dünya, Halley kuyruklu yıldızının dünyaya çarpacağı korkusuyla çalkalanıyormuş... Bizim yolu İzmir'den de geçen, ironik taşlamaları ile ünlü
Şair Eşref de, kuyruklu yıldızdan, dünyayı değiştirmesini istemiş, aşağıdaki gülümseten dizelerde:
"Bizi hep kadrodan hariç bırak da mahşere celp et
Kemal-i kudretinden hali olunmaz yap bir muamma
Tutuştur kainatı, mahv için işte kuyruklu yıldızla
Bu dünyayı değiştir ya İlahi, yap başka dünya"
***
Gülümsemeye devam edelim birlikte.
Her 75-80 yılda bir güneş sisteminde görüldüğü tahmin edilen, çıplak gözle görülebilir tek kuyruklu yıldız olan Halley (son olarak 1986 yılında görüldü) Şair Eşref döneminde, elbette dünyaya çarpmadan geçip gidivermiş. Bu kez yine dertlenmiş bizim Şair Eşref, not düşmüş dizeleriyle zamana:
"Kuyruğuyla bu küreyi okşamadı
Ah kim olmadı ki kısmet ölmek
Biz züğürt kullarına bu dünyada
Demek Allah daha çok çektirecek"
***
Şu satırları yazarken; aklıma bir
Halil Cibran anlatısı geldi. Kelimesi kelimesine olmasa da şöyleydi:
Bir gün "Güzellik" ve "Çirkinlik", Nil nehri kıyısında karşılaşmışlar. Ve demişler ki
; "Haydi birlikte Nil nehrinde yıkanalım."
Soyunmuşlar ve giysilerini Nil'in kıyısına bırakarak suya girmişler. "Güzellik" ve "Çirkinlik" birlikte yüzmeye başlamışlar. Kısa süre sonra, "Çirkinlik", "Ben yoruldum, biraz dinleneyim" deyip suyun dışına çıkmış. Ardından aynı "Çirkinlik" aceleyle "Güzellik"in elbiselerini alıp giyerek, oradan hızla uzaklaşmış...
"Güzellik" bunu fark etmemiş, sularla kucaklaşıp yüzdükten sonra dışarı çıkmış.
Bir bakmış ki elbiseleri yok... "Çirkinlik" alıp gitmiş elbiseleri... Utanmış "Güzellik"; ama çaresiz kalıp "Çirkinlik"in elbiselerini alıp giymek zorunda kalmış; oradan uzaklaşmış, hayata karışmış, yüzü kızararak...
İşte o gün bugündür Halil Cibran'a göre; herkes hep birbirine karıştırır; "Güzellik" ile "Çirkinlik"i... Sadece önceden, "Güzellik" ve "Çirkinlik"in yüzünü bilenler vardır ki; yalnız onlar yakından hemen tanırlar her ikisini... Bilemeyiz belki de hiçbirimiz; gerçek güzelliklerin, nerede, kimin gönlünde olduğunu...
Belki de sadece en iyiler yakından bilir, en çok o "iyilik duygusu"nu...
***
En güzeli,
dünyanın ağrıları ile kendi ağrılarımızı barıştırmak birbiriyle... Ağrılarımızı hissederek yaşamak... Çünkü ağrılarımız olmadan kendi iç yolculuklarımızda; yeni yerlere varmak mümkün olmuyor belki de...
Belki ah, dünyanın ağrıları gibi, yolculuğun ve yolun kendisi; varılmak istenen yer kadar önemli, değerli... Bu nedenle
"geri gelmezlerden" uzak durulmalı... Çok etkilendiğim sözlerdir; bilgim yetmez ama
Hz. Ömer'in söylediği öne sürülür:
"Dört şey asla geri gelmez; söylenen söz, atılan ok, geçmiş hayat ve kaçırılan fırsat."