Tribünler çabuk fark etmişti eksiği. Saracoğlu'na Fenerbahçe'yi döndürmek için 'ruh çağırma' seansı yaptılar, astılar pankartı; "Ruhunu gönder Tuncay" diye...
İlk 15 dakikada pek sorun olmadı. Sonra hatlar karıştı. 32'deki golden sonra Belediye ruhu geldi çöktü 50 binlik stadın üstüne. Kovuyorsun gitmiyor. "Kış" diyorsun, umursamıyor. Sağ bekten başlıyor top gezmeye, sol beke kadar. Sonra aynı yolu tekrar geriye kat ediyor. Bir oraya, bir buraya. Boşa koşan Kezman var ama. Başında iki bekçiyle. Zaten duvar gibi. Topu tutamıyor, tutsa atamıyor.
Deivid, Alex, Tümer üçlüsü, Zico'nun kafasındaki vurucu güç. Göbekte toplanmışlar, kenarları bırakmışlar. Belçikalılar da zaten bunu bilir gibi ortayı doldurmuşlar. Topu ayağına alan sanki frikik atıyormuş gibi, beşli barajla karşılaşıyor.
Bu kadar umursamaz bakılan kanat işlevleri, Fenerbahçe'ye pozisyon getiren tek girişimler oldu nedense. Carlos'un ortasında Kezman autu gördü, Aurelio'nunkinde Alex golü buldu. Yine Alex'in kornerlerinde Aurelio'nun isabetsiz kafa vuruşları vardı.
Nedir bu şaka mı?
Bu oyunu kafasıyla oynayan (Alex), kafayla golü atıyor. Diğerleri atamıyor.
Temponun düşmesi, 'ruhun' gelmekten vazgeçmesi, ikinci yarıya 'kâbus' formatı yükledi. Anderlecht, kaleci Serdar'ın yan yüksek toplardan; Fenerbahçe defansının da yerleşmeden doğan zaaflarını test etmeye başladı. Saracoğlu bir anda deplasman oldu, Fenerbahçe, Brüksel sahnesini erken aldı. "İleri gittiklerinde geri gelmez" dediklerimiz, ne ileri ne geri kıpırdamıyorlardı. Rakip sahaya topu geçirmek gerekiyordu ama presi gören toptan uzaklaşıyordu.
Golü attıran Aurelio, golü kaçıran Aurelio, geriye koşan Aurelio. Adam sanki 'kötü örnek.' Yanındakilerden biri ikisi umursasa, 'ruh' sorunu da kalmayacak. Her şey bir yana gol yemeden kazanmak önemliydi. Rövanşta Fenerbahçe gol atacaktır. Bu nedenle tur için önemli avantaj yakaladı.
Ama Anderlecht, ikinci yarıda yaptığı provayı kendi sahasında gerçek kostümlerle yapacaktır. Beyefendi bakalım ne önlem alacak, nasıl takımla çıkacak.