ABD'nin 11 Eylül 2001'den sonra 'demokratik realizm' ya da bilinen ismiyle 'terörle savaş' stratejisi kapsamında dünyanın geri kalanını renkli devrimler, askeri işgaller, darbeler, sokak hareketleri, etnik-ideolojik çatışmalar veya ekonomik krizlerle dizayn etme projesi fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi Batı kendi renkli devrimleriyle karşı karşıya. Sömürgeci zihniyet can çekişiyor. Çünkü Avrupalı müttefikleri bile Ukrayna ve Gazze'deki hezimetlerden sonra ABD'nin ulusal çıkarlarının aynı zamanda evrensel düzenin de en güvenilir garantisi olduğuna dair ideolojik varsayımı artık açıkça reddediyor.
Amerikalı elitler zihinleri artık uyuşturamıyor. İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı ülkeler ABD'nin Ukrayna'daki vekâlet savaşına ve soykırımcı siyonist lobinin Gazze'deki barbar projelerine körü körüne uymanın yol açtığı krizlerle boğuşuyor.
Batılı yöneticiler kendi halklarının hemen her gün onları devirme tehdidiyle karşı karşıya. Ve bu risk giderek artıyor. Yükselen isyan dalgası Batı'nın 'demokratik' diye lanse edilen siyasi rejimlerinin sahteliğini, oligarşik ve despot içyüzünü de deşifre ediyor.
***
Dolayısıyla 5 Kasım'daki seçimlerde kim kazanırsa kazansın ABD kaybedecek. Ülkeyi son on yıldır felç eden zehirli siyasi kutuplaşma daha da derinleşecek. Amerika'yı birleştirebileceğini iddia eden Kamala Harris'in kazanması iç savaşa bile yol açabilir. Zira 2020'de olduğu gibi Donald Trump ve destekçileri yenilgiyi kabul etmeyecek ve ABD'yi bekleyen 'kan banyosu' öngörüsü gerçeğe dönüşebilir. Trump'ın zaferi ise zaten sonun başlangıcı olacak.***
Fransa aylardır süren siyasi felçle boğuşuyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, son seçimlerin ardından solun ortak adayını atamayı reddederek merkez sağdan eski dışişleri bakanı Michel Barnier'yi başbakan atadı. Bir bakıma aşırı sağcı Marine Le Pen'e boyun eğdi. Fakat bu tavizler ABD'nin taşeronu Macron'u kurtaramayacaktır. Onunla birlikte müesses nizamı da alıp götürecektir