Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) İsrail'e karşı açtığı soykırım davasında birçok insan bu soruyu soruyor. Özellikle bu soykırım davasının İsrail'e karşı en sistemli eleştirileri getiren Türkiye tarafından açılması gerektiğini düşünenlerin sayısı hayli fazla. Bazılarının da bu gelişmeyi bir türlü anlamlandıramadığını ve hatta sindiremediğini görüyoruz. Oysa Güney Afrika'nın İsrail'e yönelik tutumu, NATO'nun ikinci büyük ülkesi ve Batı ittifak sistemi içindeki Türkiye'nin ses getiren hamleleriyle karşılaştırılamayacak kadar 'diplomatik' kalıyor.
Çünkü Başkan Erdoğan'ın "Hamas terör örgütü değil, bir kurtuluş ve mücahitler grubudur. Asıl terör örgütü olan İsrail'dir" şeklindeki çıkışı hem Siyonistlerin hem de onlara koşulsuz destek veren suç ortağı Batılı Siyonazilerin kimyasını ve soykırım paradigmasını altüst eden en ölümcül küresel hamleydi.
Zira ABD ve İsrail bütün soykırım planlarını Hamas'ın da DEAŞ gibi terör örgütü ilan edilmesine ve küresel aforoza uğramasına bağlamıştı. Böylece El Kaide ve DEAŞ örneklerinde olduğu gibi Batı dışındaki sesleri kısacak, İslam ülkeleri ve Küresel Güney'den de istedikleri her tür askeri ve siyasi yardımı alacaklardı.
***
Kuşkusuz asıl amaç Hamas bahanesiyle hem Siyonist rejimin Gazze'yi ilhak etme hedefine ulaşmasının sağlanması hem de başta Türkiye olmak üzere Amerika'nın tek kutuplu dünyasına karşı çıkan Rusya ve Çin gibi aktörlerin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'deki bölgesel nüfuzlarının elimine edilmesiydi.
Türkiye ve diğer güçler baştan beri ABD'nin küresel ve bölgesel planlarının farkındaydı. Burada İsrail ve onu destekleyen Batılı Siyonaziler sadece bir maşaydı.
İşte Türkiye bu jeo-politik bilinçle Hamas'ın 7 Ekim taarruzuna yaklaştı. ABD'nin bölgeye acilen savaş gemileri göndermesinin ve İsrail'in de bundan güç alarak tarihteki en barbar soykırım siyasetini devreye sokmasının nedenlerini ve amaçlarını çok iyi biliyordu Türkiye.
Çünkü uluslararası ilişkilerde en temel kurallardan biridir... İnsanlar birbirlerinin niyetini bilmez fakat devletler bilir.
ABD ve İsrail'in hedeflerini baltalayan sistematik hamleleriyle Türkiye, Siyonistlerin tezgâhlarını bozan bir akıl, strateji ve taktikle hareket etti. Böylece kendisinden ideolojik reaksiyon bekleyenleri yanılttı.
***
Ayrıca Türkiye'nin Batılı dünyanın en kritik emperyal aygıtlarından olan BM'ye bağlı Uluslararası Adalet Divanı'na İsrail'i şikâyet etmesi her açıdan yenilgiye davetiye olurdu. Zira sırf Türkiye davayı açtı diye ABD ve Avrupa, siyasi gücünü kullanarak Lahey'den olumlu bir kararın çıkmasını engellerdi.
Oysa Türkiye, soykırım suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkındaki dosyayı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) taşımada tereddüt etmedi. Bu anlamda Güney Afrika'nın devletleri soykırımla yargılayan mahkeme olan Lahey'e başvurusu stratejik, taktik ve siyasi nedenlerden dolayı İsrail'i savunanların konumunu daha da zayıflatan bir adımdı.
Çünkü Güney Afrika stratejik, taktik ve siyasi nedenler dışında tarihi ve jeo-kültürel açıdan da İsrail'i devlet olarak soykırımla mahkemeye vermeye en uygun pozisyona sahip bir ülkedir.
1990'lara kadar ırk ayrımcılığına dayanan apartheid rejimi ile yönetilen Güney Afrika, Türkiye gibi Batı tarafından hedef alınan bir aktör değil.
Bu tarihsel ve siyasi faktörlerden dolayı Batı'nın zımni onayını kazanan Güney Afrika, BRICS üyesi olarak Rusya ve Çin'in de açık desteğini arkasına aldı.
Bütün bu stratejik dinamikler ışığında baktığımızda dünyada İsrail'e karşı soykırım davasını açmada Güney Afrika'dan daha uygun bir aktör olamazdı.