Küresel statüko içeriden ve dışarıdan iki tarihi meydan okumayla karşı karşıya. ABD ve Avrupa merkezli Atlantik sistemine karşı başını Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin yönelttiği itirazlar periferiden gelen jeopolitik meydan okumalar olarak tanımlanıyor.
Ancak küresel emperyal statükoyu daha çok korkutan, içeriden dip dalga şeklinde hareket eden meydan okuma.
Popülizm veya post-popülizm diye nitelenen bu isyan dalgası Batılı sistemin üzerinde yükseldiği bütün paradigmayı ve meşruiyet referanslarını sarsıyor.
Unutmayalım ki dünyanın hemen her yerinde on veya en fazla on beş yıl öncesinde mantar gibi ortalığı kaplayan popülist politikacı ve partiler, çok kısa sürede sönüp kaybolacak gerici, faşist ve jakoben patlamalar şeklinde lanse edildi.
Oysa popülizm sadece Batı'da değil dünyanın geri kalan hemen her ülkesinde müesses nizamı sorgulayan bir güç odağına, çekim merkezine ve siyasi muhalefetin lokomotifine dönüşmeye başladı.
Mevcut sistemde köklü bir zihniyet değişimi olmadan hangi önlem alınırsa alınsın yükselen bu popülist dalgayı durdurmanın bir yolu yok. Popülizm, Batı'da ve dünyada her geçen gün güç kazanarak siyasetin yönetim karargâhına yerleşiyor.
***
Dünyadaki siyasi iktidar sınıfları ve akademi dünyası henüz bu dalganın nasıl bir mahiyete ve derinliğe sahip olduğunun farkında değil. Zira gelişmeleri
nedenlere bakmak yerine hâlâ tepeden inme pozitivist aklın vazettiği
rasyonaliteden hareketle sonuçlar üzerinden okuyup üstünkörü analizlerde bulunuyorlar.
Bu yüzden de ne toplumun dinamiklerinden kaynaklanan değişim talebini iyi kavrayıp yönetebiliyor ne de yaklaşan tehlikeyi fark edip önlem alabiliyorlar.
Polisiye tedbirlerle veya siyasi mühendislik faaliyetleriyle önüne set
çekilemeyecek bir küresel dalgadan bahsediyoruz. Böyle giderse popülist ve postpopülist taleplerin kısa sürede yeniçağın ve
yeni dünyanın normlarına, siyasi felsefesine ve toplumsal paradigmasına dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu bağlamda meşruiyet krizi yaşayan siyasi iktidar sınıflarının
artık düşünülemez olanı düşünmesinin zamanı geldi. Nitekim analistlerin de işaret ettiği gibi popülizm furyası bazı
demagogların veya ideolojik şarlatanların eseri değil.
Yirminci yüzyılın en dominant siyasi hakikatine dönüşen ve iktidarları ele geçiren
'sosyal demokrasi' akımlarına benzetilen popülist hareketlerin de 21. yüzyılın en baskın siyasi paradigmasına ve pratiğine dönüşmesi bekleniyor.
Zira Batı'nın ve dünyanın büyük çoğunluğu sosyal demokrasinin inşa ettiği siyasi atmosferde büyüdü. 1900'lerin başında sosyal demokrat partiler Avrupa'da ya çok zayıftı ya da hiç mevcut değildi.
***
Muhafazakâr, liberal ve milliyetçi partilerin refah ve barış vaadi
iki dünya savaşına ve iktisadi buhranlara yol açtı.
Bu nedenle 1945 sonrası Avrupa'da sosyal demokrat iktidarlar kıtanın neredeyse tamamına egemen oldu. Popülist fikirler bugün
ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, Avusturya, Almanya ve Kanada'da merkezdeki büyük partilere de sızmış halde. Örneğin
Donald Trump açık milliyetçiliği ve elitleri ezme çağrısı ile mükemmel bir popülist figür.
Yirminci yüzyıldaki iktidarlar
sosyal demokrasiyi frenlemek için ilkel refah devleti politikalarına başvurmuştu. Bugünkü siyasi iktidarlar ise
göçü sınırlamak ve popülizmin iki temel talebi olan
yerli üretimi sübvanse edip mali konsolidasyonu bir an önce sağlamak için
çok hızlı davranmak zorunda.
Çünkü
popülizmin sosyo-ekonomik temellerini bu anlamda şu anki iktidarların
çözemediği
kronik sorunlar ve değerlerdeki krizler oluşturuyor.
Popülistler arasındaki demografik dayanışmayı bu nedenle sadece kaygılara odaklanan geçici öfke nöbetiyle karıştırmamak lazım. Bir dünya görüşleri var. Adına da
'ulusal dayanışma' diyorlar.
Bir yüzyıl önce Avrupa'daki
sosyal demokrat hareketleri bir siyasi hegemonyaya dönüştüren ekonomik krizler ve kültür savaşları gibi faktörler bugün de popülizmi tetikliyor.
Popülistler bu sorunları ulusal dayanışmayla aşacaklarına inanıyor ve destek de görüyorlar. Bu bağlamda
popülist gelecek giderek daha da yakınlaşıyor. O artık ufukta görülen bir manzara değil.