ABD'nin 'terörle savaş'ta iki hedefi vardı. İlki Irak üzerinden Ortadoğu'yu yeniden dizayn etmek. İkincisi de Afganistan üzerinden Orta Asya'ya nüfuz ederek Avrasya'yı ve Asya Pasifik'i kuşatmaktı.
Fakat İslam dünyasını, Avrasya ve Asya Pasifik'i hedef alan bu emperyal proje başta Türkiye, Rusya ve Çin olmak üzere birçok ülkenin direnişi nedeniyle akamete uğradı.
Dünya şimdi yeni bir sistemik değişimin arifesinde bulunuyor. Artık ABD sonrası yeni bir dünyanın kuruluş aşamasındayız. Bakmayın şimdi kuyruğu dik tutmasına... ABD, maruz kaldığı bu hezimetlerin ne anlamına geldiğini gayet iyi biliyor.
Bu nedenle de Barack Obama'dan bu yana başa kim gelirse gelsin bütün başkanların temel amacı ABD'yi bu ikinci Vietnam sendromundan kurtarmak olmuştur.
Benzer şekilde ABD Başkanı Joe Biden da Ukrayna krizi stratejisiyle ülkesinin kaybettiği küresel prestiji yakalamaya ve başta Rusya ile Çin olmak üzere düşman ilan ettiği rakiplerini elimine etmeye çalışıyor. Ancak Biden savaşını askeri değil ekonomik ve siyasi araçlarla sürdürerek büyük bir paradoksa düşüyor.
Zira dünyada küresel ekonominin liderliği iddiasında bulunan bir ülkenin stratejik düşman ilan ettiği Çin'e her açıdan bağımlı kalarak bu pozisyonunu koruması ve askeri açıdan baş edemediği Rusya'yı ise yaptırımlarla dize getirmeye kalkışması, nereden bakarsanız bakın abesle iştigalden başka bir şey değil.
***
İşte bu yüzden 'terörle savaş' stratejisi gibi Ukrayna krizi üzerinden devreye sokulan ekonomik savaş stratejisi de ABD'nin hezimetini önleyemeyecektir. Batı dünyasının Avrasya'nın yükselen güçlerini durdurma çabası yine sekteye uğrayacaktır.
Bu bağlamda, özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri operasyonları başladıktan sonra Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile Biden'ın da sık sık dile getirdiği üzere dünya tarihi bir dönüm noktasında bulunuyor.
Gerçekten de hem bireysel hem toplumsal hem de küresel ölçekte geleceğimizi derinden etkileyen kritik bir zaman diliminden geçiyoruz. Genellikle bu zaman dilimlerinin önemini sonradan fark ederiz.
Ne var ki bireyler tam olarak öngöremezse de devletler bu tür tarihsel kırılmaların ayırdındadır.
Dolayısıyla ABD devleti de nasıl bir zorlukla karşı karşıya olduğunun bilinciyle hareket ediyor. ABD'nin şimdilik bulduğu çıkış yolu ise 'Guam Doktrini'ni yeniden uygulamaktan geçiyor.
***
Nixon Doktrini olarak da bilinen Guam Doktrini, her anlamda bir geri çekiliş stratejisidir. ABD o dönemde Vietnam Savaşı'ndan tamamıyla çıkmayı amaçlıyordu. ABD'nin planı, Vietnam'da müttefikleri ile birlikte savaşmak yerine onlara askeri eğitim verip, gerekli yardımları sağlayıp, askeri varlığını tedricen azaltıp sonunda Vietnam'dan ayrılmaya dayanıyordu.
Nitekim Richard Nixon, 25 Temmuz 1969'da Guam'da yaptığı toplantıda ABD'nin müttefik ve dostlarının savunmalarına yardım edeceğinin fakat özgür dünyanın jandarmalığına artık soyunmayacağının altını çizmişti.
Guam Doktrini'ndeki bu yaklaşımı şimdi Biden'ın Ukrayna stratejisinde de görüyoruz. Ukrayna'yı savaşa süren ve Ukrayna'ya yardım için de Avrupalı müttefiklerine her tür baskıyı yapan ABD Başkanı Biden sıra kendisine gelince, "Biz doğrudan çatışmaya girmeyeceğiz. Ukrayna'da Rusya'ya karşı savaşmayacağız" deyip tabanları yağlıyor.
ABD, tıpkı Vietnam'da olduğu gibi müttefiklerine 'Ben savaşmayacağım. Ama siz savaşın. Ben sizi destekleyeceğim' diyor.
Görünen köy kılavuz istemez. ABD'nin sistemik değişimi durdurmak ve yeni dünyayı boğmak için tozlu raflardan indirdiği Guam Doktrini yine işe yaramayacak. ABD, Vietnam ve 'terör ile savaş'ta olduğu gibi Ukrayna'da da tarihi bir hezimetle karşılaşacak.
Bu kaçınılmaz görünüyor. Çünkü aynı olayların farklı zamanlarda meydana gelmesine işaret eden tarih yine tekerrür edecektir.