Kandil'e yönelik operasyona denk gelen dönemde Menbiç'te ABD ile varılan yol haritası, aslında Yeni Türkiye'nin 24 Haziran sonrası süreçte izleyeceği bölgesel ve küresel stratejilerin de projeksiyonu mahiyetinde.
ABD ve Avrupa'nın Irak ve Suriye'de Türkiye'nin taleplerine boyun eğmesi bir bakıma seçim sonuçlarına dair öngörünün bir işareti olarak okunmalı.
Zira Batılı aklın askeri anlayışıyla teçhizatlanmış okyanus medyası ile siyaset çevrelerinin Türkiye'ye yönelik kirli provokasyonlarını askıya almaları, Sayın Erdoğan ve AK Parti'nin sandıktan zaferle çıkacağını anlamalarından kaynaklanıyor.
Hatta ABD'den sonra Almanya gibi ülkelerin daha da ileri giderek '25 Haziran Türkiyesi'ne göre pozisyon almaya başladıklarını görüyoruz.
Nitekim üst aklın lejyonerlerinden Der Spiegel dergisi, dün Alman hükümetinin artık organize suç oluşumlarını andıran FETÖ'ye daha kuşkuyla baktığına dair bir dosya yayımladı. Demek ki Atlantik dünyası, Türkiye'ye karşı verdiği savaşı kaybettiğini artık yavaş yavaş da olsa anlamaya başladı.
***
Oysa
Pentagon'a yakın düşünce kuruluşu
Rand Corporation çalışanlarından emekli
Albay David Johnson,
Aralık 2015'te Maryland Üniversitesi'ndeki seminerde ABD'nin FETÖ, PKK ve DEAŞ üzerinden devreye soktuğu terör stratejisiyle Türkiye ve Ortadoğu'yu nasıl elinde tuttuğuyla övünüyordu.
Alman savaş filozofu
Clausewitz hayranı Johnson,
"İstanbul'a gidip güneye doğru bakarsanız Halifeliği göreceksiniz. Bizi
düşman olarak gören bir devlet var
orada" diyerek DEAŞ üzerinden ülkemizi
hedef tahtasına koyuyordu.
Aynı seminerde
Jon Sumida ve Christopher Bassford gibi tarihçiler de Pentagon'un
"Bırakalım da Wookie kazansın (yani FETÖ, PKK ve DEAŞ)" stratejisi doğrultusunda,
"Sonuçta devletleri nasıl
yok edeceğimizi biliyoruz, bu işte çok
iyiyiz" naraları atıyordu.
Fakat kirli hesaplarının hiçbiri tutmadı.
15 Temmuz 2016'da destan yazan
bu millet, emperyal
odaklara bu yüzyılın en
büyük yenilgisini tattırdı.
***
Ve geldiğimiz noktada Türkiye'yi geçen yüzyılda bir aile şirketi gibi yöneten Batılı akıl, şimdi 'Buddenbrook Sendromu' ile boğuşuyor. Şurası açık ki Türkiye'de bu saatten sonra kimsenin
'batılı veya yerli mutlu azınlıklara' tahammülü kalmadı.
Bu millet, vesayetçi politikaların sonuçsuz kaldığını ve
sistemi dönüştürmek isteyen bütün kadroların sonunda o çarkın birer dişlisine dönüştüğünü unutmuş değil.
Bu nedenle Yeni Türkiye savunma hatlarını artık sadece Anadolu'da değil Kandil, Afrin, Menbiç, Bağdat, Moskova, Tahran, Mogadişu, Katar, Washington, Brüksel ve hatta BM Genel Kurulu'nda kuruyor.
Ancak şunu da hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım.
İstanbul'un güneyine bakınca Halifeliği yani Batı'yı titreten geçmişimizi görenler İslam dünyasının
'çelik çekirdeği' konumundaki
Türkiye'ye diz çöktürmeyene kadar
durmayacaklardır.
***
Frantz Fanon'un dediği gibi, "Sömürgeciler kendi rızalarıyla asla ülkemizi terk etmez. Savaşmadıkça hiç bir şey değişmeyecektir."
Gerçekten de tarihte mücadele etmeden emperyalist zincirlerini kırmış bir ülke yoktur. Dolayısıyla
24 Haziran'da sandığa, oylarımızı toplumsal devrime dönüştüren bir ceht ile gitmeliyiz.
Çanakkale ve Kut'ül Amare ruhunu aratmayan bir imanla direnen Türkiye'nin kazandığı her zaferin Müslüman dünya için de bir referansa dönüştüğünü unutmayalım.
Ve yine unutmayalım ki bir yanda "Ehl-i salib"in yanında saf tutan FETÖ, PKK, DEAŞ ve yerli sömürgeciler, diğer yanda ise omuz omuza verip bütün emperyal oyunları bozan "Selahaddin ile Fatih'in torunları" var.