Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın tespitinden hareketle, "Sadece Berlin değil bir bütün olarak Atlantik dünyası da istikametini kaybediyor" diyebiliriz. Çünkü Türkiye'ye yönelik işgal hamlesi ters tepen Rusya'yı zayıflatma ve Çin'i kuşatma projeleri çöken Atlantik İttifakı'nın omurgası çatırdamaya başladı. Geçmişte 'eksen kayması' tehdidiyle bize yön verenlerin şu anki görüntüsü tarihin ironisi olsa gerek. Bakmayın siz Kuzey Kore'ye meydan okumalarına. Bu efelenmenin asıl nedeni ABD'nin Pekin'e diş geçirememesi. Aynı şekilde ABD, Rusya'ya olan öfkesini de İran'dan çıkarmaya çalışıyor.
***
Türkiye'ye gelince işler daha bir çetrefilleşiyor.
Çünkü, 2013'ten beri
ülkemize karşı her muharebeyi kaybeden küresel merkez şimdi siyasetini revize etmekle meşgul.
Kontrol ve işgal hamleleri çökenler
Türkiye'yi frenleme stratejisini devreye soktu.
Avrupa'da Almanya, güneyde ABD'nin yeni projesi
'kuzey Suriye' üzerinden terör örgütü
YPG ve Pentagon ikilisi,
Körfez ile Doğu Akdeniz'de ise
Katar krizinde cepheye sürülen
Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail gibi aktörler eliyle Türkiye'yi
çevreleyip durdurmaya çalışıyorlar.
***
Ne var ki ABD ve AB'nin şu anki kaotik tablosu
siyaset bilimci James Kurth'un 20 yıl önce öngördüğü gibi.
Kurth, 1997'de
The National Interest'da yazdığı makalede
"Gerçek medeniyetler çatışması Batı ile Batı dışında gerçekleşmeyecek. Batı ile 'Batı Sonrası Batı' arasında yaşanacak"
kehanetinde bulunmuştu.
Bugün Batılı
aktör, kavram ve kurumlar arasındaki çekişme ile çözülme bu
kehaneti doğruluyor.
Atlantik içindeki mücadele '
Sorosçular versus Trumpçılar' ile simgeleniyor.
Sorosçular küresel merkezdeki elitlerden oluşan
ulusüstü oligarşiyi yani bürokratik hegemonyayı temsil ediyor.
Trumpçılar ise
müesses nizama meydan okuyan şovenist Don Kişotlar olarak
demokratik hegemonyayı savunuyor.
***
İşte bu yüzden Amerikalı diplomat
Todd Huizinga, Şubat 2016'da çıkan "
The New Totalitarian Temptation: Global Governance and the Crisis of Democracy in Europe/Yeni Totaliter İğva: Küresel Kontrol ve Avrupa'da Demokrasi Krizi" adlı kitabında AB projesini
halkın iradesini yok sayan antidemokratk bir 'soft ütopya' diye niteliyor. Huizinga'ya göre
diktatör olan da Avrupa'nın bizzat kendisi.
Bu nedenle kitleler, adaletsizlik üreten liberal sistemden kaçarak faşizmden medet umar hale geldi. Atlantik'deki krizin lokomotifi ise
'merkezi güç ABD'nin kan kaybetmesidir. Tıpkı
SSCB gibi AB ve ABD de
sürpriz bir muhalif iç dalgayla sarsılabilir. Çünkü Atlantik, SSCB'deki
çöküşün iki önemli semptomunu da göstermeye başladı.
İlki, müttefiklik kavramının yok olması ve herkesin canını kurtarma derdine düşmesi.
İkincisi de Türkiye, Rusya ve Çin'e karşı ABD ve
Almanya gibi merkezi aktörlerin
caydırıcılık özelliklerini kaybederek bir uzlaşıya varamaması. İşte bu
iki gedikten dolayı su almaya başlayan
Atlantik gemisi her an karaya oturabilir.