Adli süreçlerde tanık ifadelerinin (verilecekse) nasıl haber yapılacağı üzerine bu köşede, Tuncay Güney örneği üzerinden görüşlerimi aktardım. Bunları tartışmak, medya etiği açısından yaşanan bu çalkantılı günlerde, hem meslektaşlar hem de okurlar açısından çok faydalı.
Bu arada, Radikal'in 11-12 Şubat'ta verdiği İbrahim Şahin ifadeleri hadise oldu. Şahin'in savcıya verdiği, avukatı ve kendisi tarafından sonra imzalayıp doğruladığı ifadeleri gazete verince, Genelkurmay Başkanlığı hayli sert bir yalanlama yayınladı.
Ardından, gazete genel yayın yönetmeni İsmet Berkan iki yazıyla konuya açıklık getirdi. "Genelkurmay'ın da hemen görüşünü almalıydık" mealindeki özeleştirisi gayet yerindeydi, ama "biz görevimizi yapıyoruz" hatırlatması da son derece doğruydu.
Haber amaçlı bu iletişim sürecinde aslında iki taraf da özeleştiri ve ders çıkarma ihtiyacı içinde.
Basın bunu belli ölçülerde de olsa yapıyor. Ders çıkardığını söylüyor.
Meselenin öbür ucunda, asker konulu haberlere daimi "hassasiyeti" ile tanınan Mehmet Ali Kışlalı'nın da açıkça ifade ettiği gibi, Genelkurmay'ın "davranış kalıbı" ile ilgili sorun var.
Haberi hazırlarken Genelkurmay kaynaklarını aramayıp, "eksik" vermek nasıl bir sorun ise, eksik haber çıkınca gökgürültüsü gibi bir üslupla yalanlama/açıklama yayınlamak da o ölçüde yanlış.
Yeni kurulan Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı şeffaflık anlamında çok olumlu bir adım.
Ancak, bu mekanizma yeterince etkin hale geldi mi, bilemiyorum.
Üç ay kadar önce etikle ilgili bir konuyla ilişkin Tuğgeneral Metin Gürak'ı aramıştım; hâlâ geri dönmelerini bekliyorum.
Benzer şekilde, bazı sıcak haberlerle ilgili olarak, Ankara'da (SABAH ve başka gazetelerde) bazı titiz meslektaşların aramalarının cevapsız kaldığını da duydum.
Haberci, zamana karşı yarışır.
Her tarafa söz vermek için titizlenen haberciye, bir makul zaman süresi içinde, haberi dengeli ve adil verebilmesi için geri dönülmesi gerekir.
Umarım karşılıklı eksiklikler, sonunda haberciliği sağlıklı kılıcı, okuru tatmin edici bir şekilde giderilir.