Tuncay Güney'in geçen çarşamba günü TV ekranlarına yansıyan sansasyonel açıklamaları ile ilgili tartışma ne sadece TRT'yi, ne de sadece televizyon haberciliğini ilgilendiriyor.
Tartışma, gazeteciliğin ta kendisiyle ilgilidir. Ve sapla saman bile bile, inatla, kötü niyetle birbirine karıştırılmıştır.
Çarşamba akşamı yapılan yayınlar ardından basın ve medyamızın önemli bir kesiminde yürütülen tartışmayı hayretle, biraz da utanarak izledim.
Haberci ve editör, köşe yazarı ve genel yayın yönetmeni birçok meslektaşın bir kez daha özeleştiriden nasıl kaçtığını, bunu saklamak için nasıl halkı manipüle ettiğini gördüm.
Taşları yerli yerine koymak yine bu köşenin önüne görev olarak geldi.
Çarşamba günü Tuncay Güney iki kez TV ekranlarında göründü.
Her ikisinde de iddia ve ithamları uzun süre, saatlerce yayınlandı.
Bunlardan ilki, Ergenekon davasında sanık avukatlarının gazetecilere verdiği, 2001 tarihli bir sorgulamanın kayıtları olduğu söylenen bir sorgu çekimi idi. Bu ifadelerde Güney, aralarında bazı eski genelkurmay başkanları ve generallerin de olduğu kişileri isim isim sayarak, bunların Ergenekon'un en üst düzey yöneticileri olduğunu iddia etmekteydi.
Bu kayıtlar çarşamba günü Kanal D, Show TV, Star, atv başta olmak üzere pek çok kanalda, haber kanallarında da "boydan boya" yayınlandı.
Bu sorgu kayıtlarını TRT o gün yayınlamadı. Güney'in ifadelerinin bazı bölümleri, TRT'nin haber programlarında muhabirlerin ağzından verildi.
Önce bunu kayda geçirelim.
Ardından, TRT, sonradan tartışmanın tek odağı haline gelecek olan dört saatlik canlı yayını yaptı. Aralarında ismi verilen bir siyasi parti liderine ve bir medya grubuna yönelik itham ve tehdit de içeren bu yayından bazı bölümler, sonradan başka bazı özel kanallar tarafından parçalı olarak yayınlandı.
Ve bilinçli olarak saptırılmış, kapsama alanı daraltılmış bir tartışma patladı.
Bu tartışmaya "kendi hatasını gözden kaçırıp TRT'yi tek günah keçisi ilan etme" operasyonu da diyebiliriz.
Bunu yapanlar - Güney'in açıkça hedef seçmesi nedeniyle - Hürriyet ve Milliyet başta olmak üzere Doğan Medya Grubu'nun "ağır top" yazarlarıydı.
Aralarında bir genel yayın yönetmeni ve bir TV kanalı yöneticisi de olan bu kişiler şunu sorup durdu ve hükmü verdi:
"TRT nasıl bunu yapar, bu adamı ulu orta konuşturur? TRT suç işlemiştir."
Ardından Hürriyet, çarşamba günkü tüm TV yayınlarını eleştiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün sözlerini de "Gül'den TRT'ye eleştiri" diye çarpıtarak kampanyayı genişletti.
Buna, sanki gazeteciliğin farklı kuralları varmış gibi, TRT "kamu yayıncısı olduğu için büyük hata yapmıştır" safsatası da eklendi. Ama yorum ve köşe yazılarında "Evet bizim grubun TV kanalları da aynı şeyi yaptı, biz de TRT kadar hatalıyız" diyen tek bir farklı görüş yoktu.
Böylece basın ve medyamızın "çifte standartlar ve riyakârlıklar el kitabı"na bir sayfa daha eklenmiş oldu. Sanki aynı Tuncay Güney, evvelce defalarca - mesela 32. Gün programında - çıkmış, bazı benzer iddiaları dile getirmemişti!
Habercilik halkı doğru ve adaletli bilgilendirme aracı olarak değil, önceden belirlenmiş niyet ve hesapların, ideolojik ve kurumsal çıkara dayalı amaçlara ulaşmanın aracı olarak yapılmaya devam edilince böyle oluyor işte.
Aslında, yaşanan o "kara çarşamba" ardından bir iç hesaplaşma yapmamız gerekiyor. Hepimiz hata yaptık.
Hiçbir editoryal denetim düşünülmeden, Tuncay Güney'in sorgu kayıtlarının özel kanallarda yayınlanması ve ardından TRT'de canlı yayında konuk edilmesi, evet, büyük hata olmuştur.
Şu sorulabilir: Peki, hukuki soruşturmalar ve dava süreçlerinde, Tuncay Güney gibi hiçbir kanıt veya belgeye dayanmadan bir yığın isim sayan kişileri (tanık, sanık, hükümlü vs) ekrana, gazete sayfalarına hiç mi taşımamak gerekir?
Gerekebilir, bu tür kişilerin görüşlerine yer verebilirsiniz.
"Kamu yararı" olması şartıyla.
"Kamu yararı" nedir?
Bu, sığınılacak bir bahane değil, önemli bir "muhakeme kriteri"dir. Şunlar yapılırsa kamu yararına olur: a) Suçların, yolsuzluk ve adaletsizliklerin, ciddi ihmalkârlık ve yetersizliklerin ortaya çıkarılması b) ciddi anti sosyal davranışların ifşası, c) halk sağlığının ve güvenliğinin korunması d) kamuyu ilgilendiren konularda insanların çok daha bilinçli ve akıllıca karar vermesine yarayacak bilgilerin açıklanması e) bir birey veya kurum tarafından yapılan açıklamanın veya eylemin halkı yanıltmasını önlemek.
İlle de bu tür kişileri "kamu yararı" gereği "haberleştirmek" gerekiyorsa ki bazı hallerde gerekebilir bu nasıl yapılacaktır? Yandaki sütunda, kurumsal hafızası çok güçlü olan BBC'nin kurallarını sıraladım. Yararlı olabilir.
Çünkü bunlara baktığımızda, TV kanallarımızın çarşamba günü nasıl hataya düştüğü ortaya çıkıyor. TRT için ek olarak şu da söylenebilir: Kamu yayıncılığı yaptığı için, ötekilere örnek de olmak bakımından, temel habercilik kurallarına TRT daha fazla titizlenmelidir.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin "memurluk yerine gazetecilik yapıyoruz artık" derken doğru bir tercihe işaret ediyor. TRT'den beklenen sıkı, güvene odaklı habercilik yapmasıdır.
Ama aynı Şahin, "biz bundan böyle bu şekilde yayınlar yapacağız, işlerine gelirse..." derken Güney'in katıldığı canlı yayın türünde programları kastediyorsa, kendisini uyarmak isterim. En büyük yanlış bu tür mülakatları - hele canlıysa - kılı kırk yarmadan ekrana taşımak olur.
Çarşamba günü Güney'in saydığı isimleri yayınlayan gruplara ait olup sonradan faturayı sadece TRT'ye kesmeye çalışan meslektaşlara ne denebilir peki? Doğrusu, kendileri bilirler. Umarım bir gün özeleştiri akıllarına ge(tiri)lir de inandırıcı olma adımı da atmış olurlar.
Öz eleştirinin yanında şunu da beklerim kendilerinden: "Adli süreçleri hiçe saymayı övmek", bu meslekte meşru ve makul bir eleştiri tarzı değil, düpedüz ahlaksızlıktır. Hele o süreçlerde sanıksanız.
Andığım meslektaşlar Ergenekon'la ilgili bazı yazıları da, mesela, TRT konusunda sergiledikleri dozdaki heyecanla eleştirdikleri gün, mesleğimize farklı bir güneşin doğduğunu göreceğiz.
Görecek miyiz? Ne dersiniz?