Bulanık suda balık avlıyoruz. Günlerdir Dink cinayetinin dehşet verici bulmacasını çözme uğraşı veriyor gazeteciler. Tabii ki, "gazeteciler" derken, dürüstlüğü ve gerçeklerin peşinde yılmadan koşmayı şiar edinmiş büyük çoğunluğu kastediyorum.
Böylesi menfur bir cinayete içten içe sevinen veya ona da kendilerince "meşru" gerekçe üreterek toplumu daha da germek isteyen "misyoner" azınlığı değil.
Bugünlerde gazeteciler bulanık suda balık avlamakta ne kadar ısrarlıysa, okurlar da o ısrarla örtüşen bir merakla izliyor gelişmeleri.
Dink cinayetiyle ilgili olarak okurlardan gelen mesajlarda yergiler değil övgüler ağır basıyor. Ben bunları "doğruları bulun ve anlatın" diye algılıyorum.
İşte bazı sesler:
"Bıktık artık. Gidin bu cinayetin üstüne. Aydınlansın her şey.. Memleketi böyle katil ruhlu çocuklara mı bırakacağız?"
"Demokrasiye en çok sahip çıkan köşe yazarları gazetemde... Gurur duyuyorum. Başka gazetelerde eveleyip geveleyenleri gördükçe tiksiniyorum... Bravo size!"
"Sonuna kadar gidilsin. Ama bu ülkenin bütünlüğünü, kardeşliğimizi de cesurca savunalım. Vatandaşımız öldü, başkası değil."
"Çok acı da olsa bu fırsattır. Günlerdir heyecanla gazeteyi okuyorum. Aynı film olmasın, bitsin bu. 6-7 Eylül, Maraş, 1 Mayıs Taksim, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Sivas.. hepsi kuma gömüldü. Korkular ülkesi istemiyorsak üzerine gidin, nereye giderse gitsin. Dünyaya rezil ettiler bizi.."
"İyi ki Sabah gibi gazeteler var.."
Çok zor günlerden geçildiği muhakkak.
Tozun dumana, gerçeğin yalana karıştığı günlerdir bunlar.
Toplumsal kutuplaşmanın iyice keskinleştiği, hoşgörüsüzlüğün iyice su yüzüne çıktığı bu ortamda en büyük yük basının üzerine düşer. Tecrübe böyle söylüyor.
Sorular çok. Cevaplar çelişkili.
Katil yalnız mıydı? Yanında kim vardı? Tetiği kim çekti? Kim azmettirdi? Azmettirenlerin arkasında kim, hangi niyetle vardı? Tehditleri kim ciddiye almadı, örtbas edenler oldu mu? Silah nereden geldi?
Öncelikli olanlar bu soruların cevapları.
Gazeteci sisli ortamda net görmek zorundadır. Bayrağı doğruluk, sloganı dürüstlüktür. Rehberi vicdanıdır.
Ama gazeteye gelip her gün bu olayın izlerini sürenlerle konuşursanız işin ne kadar çetin olduğunu da anlayacaksınız. Hangi "bilgi" ne kadar doğrudur? Kim, ne amaçla neyi anlatmaktadır? İdeolojik saptırmalar, kurumsal rekabet, kişisel husumet ne kadar önemli rol oynamaktadır? Dikkatsiz ve özensiz olanlarımız için bu bir "kandırma labirentine" dönüşebilir.
Ama, sevgili okurlar, diğer yandan riskleri de göze almak zorundasınız. Zira bu ülkede siyasi erk ve resmi kurumların çok iyi işlemediği çok iyi biliniyor. Basın çoğu kez onlar için de gerçeğe kapı açar. Bu da bazı "bilgiler"i kamuyla paylaşma konusunda gözüpeklik ister.
Duvara toslayabilirsiniz.
Verdiğiniz bir haber yalanlanabilir.
Detaylar fos çıkabilir.
"Bilgi" kaynakları bir gün öyle öbür gün başka konuşabilir. Beklenmedik çıkışlarla haberin yolu başka bir adrese gidebilir.
Ama bizim anayasamız bellidir:
"Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır."
"Gazeteci; temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinlerle belgeleri değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış, yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kullanmaktan uzak durur." (TGC Hak ve Sorumluluk Bildirgesi)
Okurların zorlukları anlaması şart. Ama bizim pusulamız da şaşmamalı.