Geçen cuma, Türk siyasetinin yüz karası olan 27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümüydü. Bu yüz karasının en ayıp yanı da Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idam edilmeleriydi.
Türkiye bu üç ismi aradan geçen 62 yıla rağmen hâlâ unutmadı. Siyasette kirli rekabetin doğal sonucu, iktidar değişiminin ölüm yoluyla yapılmasıydı. Türk siyaseti bu ayıbı yıllarca taşıdı ve taşıyacak.
Peki 27 Mayıs darbesinde CHP'nin rolü neydi? Bu konudaki sır perdesi hâlâ aralanamadı. Dahası, tek bir CHP'li yöneticiden bir özeleştiri gelmedi. Aksine, birçok eski CHP'liden, "27 Mayıs darbe değil bir devrimdir" sözlerini duyabilirsiniz.
BAŞBAKAN ERİM DE ÖLDÜRÜLDÜ
Ölüm bedeli, siyasetin dışında olması gereken bir olgu. Eski başbakanlardan Nihat Erim de Temmuz 1980'de vurularak öldürülmemiş miydi? İstanbul Dragos'ta meydana gelen bu suikastı gerçekleştiren Devrimci Sol örgütünün davası yıllarca sürdü.
Bu suikastın meydana getirdiği siyasi ortam, 12 Eylül askeri darbesine yol açtı. 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997 darbelerinde yaşanan süreç Türkiye'nin kayıp yılları oldu.
CHP MEŞRU SİYASETİ ÖĞRENMELİ
Belki siyasilerin katledildiği dönemler sona erdi ama başka ayıplı siyasi yöntemlerimiz de yok değil. Bir örnek vereyim.
Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi'nin başında olan Kemal Kılıçdaroğlu, sanki göklerden gelen bir emirle partisine genel başkan yapılmış gibi davranmıyor mu sizce? Mesela Deniz Baykal'ı yok eden kaset skandalını hatırlamıyor bile. Yani idamdan başka bir de kaset ayıbımız var.
Siyaseti insancıl bir davranış haline sokabilmek için muhalefetin, iktidarı meşru yollardan değiştirme yöntemlerini artık bulması lazım. Ama bulamayıp kirli yollara sapıyorlar. Rakiplerine FETÖ fabrikalarında üretilmiş yolsuzluk iftiraları atıyorlar.
Sonuçta iktidarı değiştirme yöntemi seçim yerine ölüm ya da kaset üretimi gibi şeylerde aranıyor.
Bakalım bu ayıplarımızı ne zaman tamamen geride bırakacağız?