Garip garip işler oluyor... Yakın tarihin en fazla kınanan dönemi "28 Şubat" değil miydi? İnançlılara yapılan baskılar sonunda, kendilerini laik olarak sunan ama aslında faşizmle flört eden partiler yokluğa karışmadılar mı? Sonunda AK Parti'nin 18 yıllık iktidarı başlamadı mı? Sanki o dönem ve sonraki gelişmeler hiç yaşanmamış gibi... Birileri Ayasofya'nın cami olmasına, birileri başı örtülü olanların meslek sahibi olmalarına takıntılı hâlâ...
Burada sözü Star yazarı Sevil Nuriyeva İsmayılov'a bırakıyorum... Müthiş bir gözlem yeteneğini devreye sokmuş ve "Türkiye'nin sinir uçlarına saldırı tesadüf mü" sorusuna cevaplar aramış... Şöyle yazmış:
İslam düşmanlığı
"Yine sinir uçları tahriş ediliyor. Yine dini etnik kelimeler seçilerek yavaş yavaş masaya servis ediliyor.
Mesela 'Başörtülü hâkimin adaletine güvenmem' cümlesini istifade eden Fikri Sağlar'ın gündeme oturtulan bu söylemi, sizce tesadüf olabilir mi? Dışarıdaki İslam düşmanlığı, bize malumdur. Giderek Avrupa'nın göbeğinde depresif faşizan aklın nelere kapı açacağını, azcık tarihten haberdar olanlarımız biliyoruz. Faşist yaklaşımın dünya savaşlarına kapı açtığını biliyoruz. Belki bu söylemler üzerinden, savaş için zemin oluşturuldu. Tabii ki de evet! Çünkü Avrupa'da paylaşım bitmemişti ve Almanya'nın emperyal yapısı geriye getirilmeli, Yahudilere devlet kurulmalı ve dünya kutuplar arasında paylaşılmalı idi. Nitekim ki bu yaşandı.
Biden seçildi diye mi?
Şimdi neler oluyor? "Biden seçildi" diye, devreye giren tüm söylemlerin, bu kadar agresif biçimde değiştirilmesi neyin nesidir?
Anlaşılan, yeni paylaşımda Türkiye ciddi rakip! Ve Erdoğan, bu rekabetin Türkiye lehinde gelişmelere yol açması için boy göstermekte. O sebepten Erdoğan'ı, yalan ve iftira tanımlarla zora sokma çabası ile karşı karşıyayız.
Dışarıdaki İslam karşıtı düşmanca söylemlerin nedeni bellidir. Paylaşım kapıda ve bu paylaşımda Türkiye, nereden geçerseniz geçin 'yolun tam merkezinde'. İşte mesele budur galiba. Bu merkez oluşumu, Erdoğan'la birlikte birilerinin menfaatinin karşısında bir durumdur.
Demokrasi ve özgürlük adına mı?
Ayasofya'nın açılması ile adeta meydan okuyan Türkiye; rotasını da, vazgeçmeyecek davasının da niteliğini ilan etmiş oldu. İçeriden demokrasi ve özgürlük adı ile seslendirilen sinir uçlarını depreştiren beyanları da, dışarıdaki İslam karşıtı söylemler paralelinde okumalı mıyız?
Yine 28 Şubat zihniyetinin canlı olduğunu bize işaret eden güç nerede? Peki bunu sadece doğal yollarla devreye giren siyaset olarak görürsek, basite indirgeme olmaz mı? Dünyadaki paylaşım konusu o kadar agresifleşti ki, şu anda Türkiye içine yansımış uç konuların kışkırtılması gibi beyanları, maalesef tesadüf olarak göremiyoruz."