Benim de yaşadığım kent olan İstanbul'da sokağa çıkma yasağının 16-19 Mayıs'ta dört gün olacağını duyunca, açıkçası canım sıkıldı. Demek virüslere söz geçiremeyenler, bizleri yasaklı ilan ediyorlar diye düşünmedim de değil... Sonunda sadece Kemal Kılıçdaroğlu'nun evinin bulunduğu sokaktakilere sokağa çıkma yasağı gelirse, ne yaparlar acaba? Ama bu sokağa çıkma yasağı her uzatıldıkça aklıma yıllar önce bu köşede yazdığım Temel fıkrası geliyor. Unutanlara hatırlatayım:
Temel ve incir
Konuk olduğu evde Temel'e ilk kez gördüğü taze incir ikram edilir. Temel bu meyveyi çok sever ama mahcup tabiatlı olduğu için "Bunun adı ne" diye sormaya utanır. Ertesi yıl yine aynı eve konuk gider. Aklında hep, geçen yıl yediği, çok beğendiği ama adını bilmediği meyve vardır. Ev sahibine utana utana ricada bulunur.
- Geçen yıl bana bir şey ikram etmiştiniz. Dışı mor kahverengi arası bir renkteydi. Kabuğunu soyduğunuzda beyaz yumuşak bir yapısı vardı... Ondan yine ikram edebilir misiniz bana?
Patlıcanı ısırınca...
Ev sahibi Temel'in tarifinden inciri çıkartamaz. "Herhalde biz buna patlıcan ikram etmiştik" deyip, bir tane patlıcan koyar Temel'in önüne. Temel patlıcanı ısırır, yüzünü buruşturur ve ev sahibine çıkışır:
- Siz bunu hem uzatmışsınız hem de tadını kaçırmışsınız!
Kuzu kuzu...
Açıkçası koronavirüs yasakları da hem uzadı hem de tatları kaçtı ama söylenmenin galiba pek faydası yok. Zaten yasakları dinleyen bizler kuzu kuzu oturuyoruz evimizde. Dinlemeyenlerin görüntülerini de televizyon haberlerinde izliyoruz.
Sonunda hepimiz Temel gibi olacağız. Muz kabuğuna basıp düşen Temel ertesi gün bir başka muz kabuğu görünce "Yine beni düşüreceksin değil mi" diye bağırmış ya kabuğa... Biz de gelecek yüzyıla kadar yaşarsak ve yine bir virüs salgınına ilişkin haber duyarsak, herhalde "Yine bizi eve kapatacaksın değil mi" diye bağıracağız bu virüse...