Ahmet Davutoğlu'nun sözleri hem Melih Altınok'un hem de Ahmet Kekeç'in ilgisini çekmiş olmalı ki, bu iki yazar arkadaşım da bu sözlerin tahlilini yapıyorlardı. İsterseniz önce Davutoğlu'nun dediklerini hatırlayalım:
Ne demişti?
"-Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa... Birçok insan, insan yüzüne çıkamaz.
Bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamazlar!
Açık söylüyorum.
Neden mi? İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır." Melih Altınok Davutoğlu'nun bu sözlerine karşı şu yorumu getirmişti:
Altınok'un yorumu
"Öğrenelim bakalım, gençlerimizi kaybettiğimiz Suruç saldırısında, onlarca canımızı yitirdiğimiz Ankara Garı patlamasında devlet aygıtı elinde olan bir başbakan olarak neler yapmış?
Hatta yalnızca bu 7 Haziran-1 Kasım arası değil Davutoğlu, ülkeyi yönettiği 20 aylık o dönemi de anlatsın.
Çünkü Rusya ve Türkiye yakınlaşmasının tam orta yerine uçak düşürülen, Türkiye'nin Hillary Clinton'un Suriye hayallerine memur edildiği ve bitişi okyanus ötesinde tertiplenen bir darbe girişimiyle karşılanan o teslimiyet günleri gerçekten izaha muhtaç." Ahmet Kekeç de şöyle değerlendirmiş Davutoğlu'nun sözlerini:
Kekeç'in yorumu
"Davutoğlu'nun açıklamasında kritik cümle şu bence: 'İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.' Burada ne söylüyor Davutoğlu? Bence çok şey söylüyor.
Bir diğer ifadeyle, 'partisini' ve 'ona sadece vefa göstereceğim' dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tehdit ediyor.
Neyle tehdit ettiğini kendisi açıklasın.
Yani açık konuşsun..."
Ne demek istedi?
Evet... Davutoğlu'nun esrarlarla dolu sözlerini anlamak tabii ki kolay değil. Acaba birilerinin 7 Haziran sonrasındaki koalisyon ihtimalini bertaraf edip 1 Kasım'daki erken seçimi zorlamak için terörü köpürttüğünü mü söylemek istiyor?
Hoca gibi
Böyle durumlarda bizim geleneğimizin çıkış yolu Nasreddin Hoca'nın fıkralarından geçer. Mesela Hoca emekli olunca şişmanlamış ve hantallaşmış.
Bu yüzden ne kadar uğraşırsa uğraşsın, eşeğine binemiyormuş. Onun acıklı halini izleyen çocuklar da gülüp, yüksek sesle alay ediyorlarmış. Hoca onların duyacağı kadar yüksek sesle "Ah Hoca, nerede senin gençliğin" diye bağırmış, sonra da alçak sesle "Sus ulan ben senin gençliğini de bilirim" diye mırıldanmış.