İlk sayısı 22 Nisan 1985 günü okurlara sunulan Sabah kadar Türk siyasetinin çalkantıları ile savrulan ve defalarca sahip değiştiren ikinci bir gazete yoktur Aya Sofya'nın 1500 yaşında olduğu, İstanbul'un fethinden bu yana 600 yıla yakın zamanın geçtiği bir ülkede, Sabah'ın 32'inci kuruluş yılı zamanın uzunluğu açısından tabii ki çok fazla anlam taşımaz. Ancak bu 32 yıl öylesine yoğun geçti ki, belki yüzlerce yılda görülemeyecek değişiklikler de doğal olarak Sabah'ın 32 yılına yansıdılar. Sadece benim Sabah gazetesinden üç defa ayrılıp dört defa geri döndüğüm düşünülürse, siyasetteki fırtınaların biz gazetecilere ne tür yansımalar yaptığı hesap edilebilir. Ya da Sabah'ın sahipleri kimlerdir diye araştırılınca Dinç Bilgin'in, Turgay Ciner'in, TMSF'nin, Ahmet Çalık'ın isimleri listelenebilir.
Sabah yayın hayatına başladığında Türkiye'de ANAP iktidardı ve Turgut Özal Başbakandı. Özal Cumhurbaşkanıyken vefat edince, yerine geçen Demirel'in yıldızının yeniden parlamasında Sabah'ın katkısı çok fazla olmuştu. Yeni Başbakan Tansu Çiller'e de büyük destek verdi Sabah... Özal'ın halefi Mesut Yılmaz ise Sabah'ın karşısında olduğu bir siyasetçiydi. Ama siyasetin dalgalanması hiç umulmayan gelişmeleri de beraberinde getirdi. Bu gelişmelerden biri de 28 Şubat 1997'deki post-modern darbeydi.
Sabah'ın en büyük niteliği rekabete açık olmaktı. Bu sayede yerleşik medyanın önüne geçmeyi başarmıştı. Ama 28 Şubat Sabah'a kartelciliği de getirdi. Sabah'ın bir diğer niteliği sivilliğiydi... 28 Şubat'ta Sabah bu niteliğini de yitirdi ve post-modern darbenin destekçisi oldu.
Sabah gazetesinin kitabını yazanlar ilk sahip olan Dinç Bilgin'in post-modern darbe dönemine ilişkin itiraflarını mutlaka değerlendireceklerdir.
Mesela bir söyleşide 28 Şubat dönemini şöyle anlatır Dinç Bilgin:
"- 28 Şubat dönemi bir garip ortam. Aydın Doğan'ın paşası var. Çağlar'ın paşası var. Benimki de Vural Beyazıt'tı. Aşağılıkça bir davranıştı, savunulacak hiçbir yönü yok!"
Bir söyleşide de hatalarını sıralayarak özeleştiri yapmayı denemiş ve şunları söylemişti:
"-Etibank'ı almak ve gazete patronluğundaki özensizliğim. Kontrolü kaybetmemeliydim. Sonra tembelleştim, zenginleştim. İtiraf edeyim, çok çalışkan birisi de değildim. Dalgacılığı severdim. Sonra fazla dalgacılık yapmaya başladım. Yazı işleri toplantılarına daha az gider oldum. Yanlış ve ayıp yaptığımız zaman gazetede, fena halde müdahale edip hatayı bastırırdım en başta. Sonra bastırmamaya başladım. Özensiz davrandık, insanların hayatlarını zorlaştırdık, haksız yere haber yaptık."
Dinç Bilgin Türkiye gazetesinde yayınlanan bir söyleşisinde de Sabah'a el konulmasına dayanan süreci şöyle anlatmıştı:
-Türkiye'de o zaman başbakan olan Ecevit rahatsız. Onun yerine geçmeye meraklı adamlardan birisi de Zekeriya Temizel. Sermaye çevreleriyle yeni yeni ilişki kurmaya çalışan o zamanki İçişleri Bakanı Saadettin Tantan da ANAP'ta Mesut'un yerine geçme meraklısı. Bankaya el konduktan sonra ben yurt dışından döndüm. Sabah'ın bütün hesaplarına el konuldu. Kendi depomuzdan kâğıt alamaz duruma geldik. Ankara'ya gidildi, biraz gevşetildi, fakat durum sıkışık. Zekeriya Temizel, bizim gazeteden birtakım adamları çağırdı.
Bilal Çetin, Güngör Mengi var. Sabah'a kayyum atamak istiyorlar. Kayyumu da Güngör'e teklif ettiler. Benimle arası iyi o zaman, Güngör başlıyor ağlamağa. "Ben bunu patronuma yapamam." diyor. Çekip gidiyor. Ağlar o, sıkıştığı zaman. Dertleri başkaydı, Sabah'a hâkim olup partiyi de ele geçirmek istiyorlardı. Zekeriya Temizel bir yandan, Hüsamettin Özkan diğer yandan devirmeye çalışıyor. Biz güç savaşının kurbanıydık.
Bütün bu söyleşileri değerlendirdiğinizde Sabah'ın kırılma noktası çok açık ortaya çıkar. Ve bugün okuduğunuz Sabah gazetesinin bu geçmişi geride bıraktığını bilirsiniz. Amaç bağımsız, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiden yana bir Sabah'tı. Bu amaca Turkuaz medya döneminde yeniden ulaşıldı.