Artık günlük yaşamımızın doğal araçları olarak kullandığımız telefon, tren ve uçak, eski günlerde öylesine farklı anlamlar taşırlardı ki... "Eski günlerde" dediysek de Milat öncesinden bahsetmiyoruz. Yani 1930'ların sonu, 1940'ların başı... Bu pazar günü biraz medya arkeolojisi yaparak o günlere dönmeyi deneyelim mi?
Telefon ve tren
O zaman kimse uçağa binmezdi. Cumhuriyet gazetesinin koleksiyonlarını karıştırırken görmüştüm. Bir haber birinci sayfadan "Başvekil İsmet Paşa uçakla İstanbul'u teşrif etti" başlığı ile verilmişti... İnönü'nün pilot şapkalı, deri ceketli, rüzgar gözlüklü hali ile üstü açık çift kanatlı uçağın arka koltuğunda otururken çekilmiş fotoğrafı da, birinci sayfadaydı. O dönemler öyleydi. 1950'lerde bile gazeteler Ankara mahreçli haberlerinin başlangıcına "Telefonla" diye yazarak, teknolojiyi sonuna kadar kullandıklarını vurgularlardı.
Ankara'ya liman
"Tren"in siyasi yaşamımızdaki rolünü düşündünüz mü hiç? Başkent Ankara'dan İstanbul'a karayolu ile gitmek için "Kargasekmez"i de geçmeniz gereken zorlu bir yolculuk yapmanız gerekirdi. "Serbest Fırka"nın kapatıldığı ve Tek Parti rejimine resmen geçildiği 1930'larda, Cumhuriyet'in Başyazarı Yunus Nadi "Ankara neden bir kanal ile denize bağlanmıyor" konusunu, siyasi tartışmalardan kaçmak için bir fırsat olarak işlemekteydi. Bu konuyu daha da ileri taşıyan Yunus Nadi "Ankara'nın limanını şimdiden Polatlı'nın ilerisine kurmak kabildir. Halbuki bu limanı Ankara'nın içerisinde tesis etmek de asla imkansız değildir" diye yazmaktaydı...
Bir günde iki sefer
Sonuçta tren, Ankara-İstanbul bağlantısının ana arteriydi. Örneğin Atatürk, İsmet İnönü'yü başbakanlıktan almak için, trene atlamış ve İstanbul'a gitmişti. O sırada Trakya'da manevralara katılan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Dolmabahçe'ye çağırmış ve ona İnönü'yü görevden alacağını bildirip, "Ordu'nun buna reaksiyonu ne olur" diye nabız yoklamıştı. Atatürk ertesi gün yine trenle Ankara'ya dönmüş, bir gün sonra da (19 Eylül 1937) İstanbul'daki Tarih Kongresi'ne katılmak üzere yine trene binmek için Ankara Garı'na gitmişti.
"Sen de gel"
Kendisini uğurlamaya Ankara Garı'na gelen Başbakan İsmet İnönü'ye tam tren kalkarken "Sen de benimle gel" diyerek, onu da yanına almış ve bu trendeki görüşme sonucu, İstanbul'a vardıklarında İnönü trenden "1.5 ay istirahat almış" olarak inmiş ve Celal Bayar'ın başbakanlığa vekalet edeceği açıklanmıştı. İnönü istifasını da 25 Ekim'de verecekti. Atatürk'ten ve Başbakanlık'tan Haydarpaşa Garı'nda ayrılan İnönü, onun tabutunu 20 Kasım'da Ankara Garı'nda, Cumhurbaşkanı olarak karşılayacaktır.
Geri gönderildiler
O dönemin olaylarını günü gününe not eden milletvekili-gazeteci Asım Us, 9 Kasım 1938'de Ankara'dan gelen trendeki milletvekillerinin, Haydarpaşa Gar Komiseri tarafından yeniden trene bindirilip Ankara'ya geri gönderildiklerini yazar. Çünkü Atatürk ölmek üzeredir. Başbakan Celal Bayar 8 Kasım'da trenle İstanbul'a gitmiş, 11 Kasım'da Ankara'ya dönüp, İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesinde oy kullanmıştır.
İtimat meselesi
Ertesi gün de yeniden başbakan atanan Bayar'a güvenoyu vardır Meclis'te. O gün İstanbul'a giden trende, şair-milletvekili Yahya Kemal Beyatlı'yı görenler "Celal Bayar kabinesine itimat reyi vermeyecek misiniz" diye sorarlar. Yahya Kemal de tebessüm ederek "Benim hükümete itimadım var. Mühim olan onların bana itimat duymalarıdır" cevabını verir.
Cenaze töreni
Neticede Ankara'da "Yeni düzen" kurulduktan sonra Atatürk'ün cenaze törenine sıra gelmiştir. 14 Kasım'da Atatürk'ün cenaze masrafları için, 3540 sayılı kanun kabul edilmiştir. 16 Kasım'da Türk Bayrağı'na sarılı tabut Dolmabahçe'de halkın ziyaretine açılmış, 19 Kasım'da da, Yavuz'dan İzmit'te Ankara trenine nakledilmiştir.