Tarihin ve coğrafyanın birlikte yaşamaya mecbur ve mahkûm ettiği insanların siyasi kamplaşmalara taraf olup birbirlerinden nefret etmeleri, akıl dışı olsa da bir gerçek... Neticede bazıları için demokratik siyaset de, farklı görüş sahiplerinin veya partililerin karşıtlarına "Devran döner ve bir gün biz de seni içeri tıkarız" çizgisinde bakmaları şeklinde algılanmıyor mu?
Ayrılan yollar
40 yıllık dostların bu tür siyaset anlayışı yüzünden selamı sabahı kestikleri, aynı mesleği paylaşanların birbirlerini tasfiye etmek için anlamsız suçlamalar seslendirdikleri, "Karşı tarafı dinlemek" yerine "Karşı tarafı susturmaya çalışmak" yönteminin yeğ tutulduğu bir ortamdayız.
Arşivime koyduğum bir yazısında Çetin Altan birbirlerini yerden yere vuran ama birlikteliklerini de sürdüren insanların ne tür bir dürtüyle hareket ettiklerini anlatmıştı.
Beyindeki yarasalar
Necip Fazıl Kısakürek hemen her gün "Ankara Telgraf" gazetesinde Çetin Altan hakkında ağır yazılar yazarken, bazı geceler de onun evine gelirmiş.
Bir gün Çetin Altan sormuş:
- Yahu Necip Fazıl, neden her gün sövüp duruyorsun bana?
Necip Fazıl "Sen onlara inanıyor musun" dedikten sonra eklemiş:
- Beynimin içindeki yarasalar, kanatlarını ufuklara vura vura kırıyor ve kanıyorlar; sadece sen anlarsın bunu.
Yalnız ölmek
Çetin Altan'a göre Necip Fazıl'ın en takıntılı olduğu söz Pascal'ın "Yalnız ölürüz" sözüymüş... Necip Fazıl, Çetin Altan'a "Bizi yan yana sıralasalar da, kurşuna dizseler; yine de yalnız ölürüz değil mi" dermiş.
Çetin Altan bunları anlattıktan sonra o yazısında konuyu şöyle özetliyordu:
- Hz. İsa da herkes çarmıhını kendi sırtında taşır, demişti.
Cevapsız soru
Bugünlerde cevabını bulamadığım sorulardan birine ışık tutuyor Çetin Altan'ın yazdıkları... Acaba hepimizin beyinlerimizdeki yarasalar kanatlarını ufuklara vura vura kırıyor ve kanıyorlar mı ki, tarihin ve coğrafyanın bizi mecbur ve mahkûm ettiği birlikteliğimizi değerlendirmek yerine, bu birlikteliği nasıl yaralayabileceğimizi daha fazla düşünüyoruz.