Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Kırıp dökmeden siyaset yapmayı öğrenmemiz imkânsız mı?

Siyasal geçmişimizde yaşadıklarımızdan, başımıza gelenlerden acaba neden hiç ders almayız? Siyasi rekabeti sürekli "Rövanşizm" şeklinde algılayan ve "İktidar olursam sana gösteririm" demeyi alışkanlık haline getiren kadroların kökleri kurumayacak mı hiç?
Ne anayasal düzenin yok sayılması durumu ne de sosyo- politik kriz ihtimali, bunların akıllarını başlarına getiriyor. Şimdi de bunların kalıntılarının benzer içerikli davranışları gündemde değil mi? Ama hep böyle oldu bu...

Kayıp yıllar

Turgut Özal Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel Başbakan koltuğundaydılar 1991-93 döneminde. Onları bir masa başında sohbet ederken görüntüleyen bir fotoğraf hiç kameralara yansımadı o dönemde. Demirel'in ve Başbakan Yardımcısı olan Erdal İnönü'nün eşleri, Çankaya davetlerini boykot ettiler. Oysa o dönemde Özal ve Demirel uzlaşarak "Değişim Programı"nı sürdürselerdi 1990'lar "Kayıp Yıllar" olarak geçmezdi. Müthiş bir sinerji doğardı. Türkiye şimdi her açıdan başka noktada bulunurdu.

Ölü devlet adamları

Ama Demirel'in başında bulunduğu koalisyon olayı bir "Rövanşizm" biçiminde ele aldı. Özal'ı yıpratıp bıktırmayı ve Demirel'in "Tapulu arazisine gecekondu kuran" Özal'ı canından bezdirmeyi, ülkeye icraat olarak sundular... Anlaşılan iki kez darbeyle devrilmesi de Demirel'i etkilememişti! Bu sürecin sonucu hem siyasi krizler (mesela 28 Şubat 1997), hem de ekonomik krizler (Mesela 4 Nisan 1994 ve 18 Şubat 2001) ile yansıdı ülkeye.
Şimdi Özal yok. Sadece ölmüş siyasetçilere rakipleri de "Devlet adamı" derler ya. Öyle bir durum var... Özal o düşman kadroların gözünde de "Devlet adamı" artık.

Ağır bedeller ödenir

Yani diyorum seçim öncesi kavgaları ve gerginlikleri geride bırakıp "Açılım Süreci"ni yeniden canlandırmak, ekonomik reformları yapmak, iç ve dış dünyaya güven ve istikrar görüntüsü sunabilmek, sanki siyaset mesleğinin işlevleri arasında değil...
Başbakanlarla cumhurbaşkanları arasındaki diyalogsuzlukların ve uyuşmazlıkların kronik hale gelmesi durumunda, bunun ülkeye yansımalarının neler olacağını, en son Özal-Demirel ilişkileri sırasında gördük. Daha sonra da, Ecevit-Özkan ikilisi ile Sezer arasında geçen "Anayasa fırlatma skandalı"nın, ülke ekonomisine neye mal olduğunu da biliyoruz.

40 Haramiler

Siyasette tek amaç hiçbir kural dinlemeden sadece rakibin kalesine gol atmak olduğu zaman, tribündekiler sahaya iniyor. Ancak Bülent Ecevit'in 1970'lerde hayal ettiği gibi açık tribündeki halk değil, şeref tribünündeki oligarşi iniyor sahaya. Siyasetçiler ile partiler arasındaki ilişkilerin, eski kayıp yıllardakinden farklı olması, kaçınılmaz bir gerek değil midir?
Bir Ortadoğu hikâyesi vardır... Bağdat ile Basra arasında sefer yapan bir kervanı, "40 Haramiler" sürekli soyarmış. Kervanın sahibi, palabıyıklı, devasa cüsseli bir muhafız bulmuş, kervana katmış. Ertesi gün yola çıkan kervanın yolunu, 40 Haramiler yine kesmiş.

Sonunda sinirlenmiş

Palabıyıklı muhafıza sırayla tecavüz etmeye başlamışlar. 39 harami işini bitirmiş. 40'ıncı harami işleme başlarken, muhafız birden sinirlenmiş. Palasını çekip, 40 haraminin 40'ını da öldürüp, kervanı kurtarmış... Kervanı karşılayan sahip, olayı duyunca, hemen muhafızın işine son vermiş. Muhafız "Ama ben kervanı kurtardım" diye itiraz etmeye yeltenirken, kervanın sahibi onun sözünü kesmiş ve "Ben sena tecavüz edip seni sinirlendirecek 39 tane haramiyi her seferde bulamam, demiş.
İskenderiye'de gemilerden yük boşaltan hamallara çavuşları, "Çuvalı yere siyaseten koy" diyerek, taşınan eşyaları kırıp dökmemelerini söylerlermiş. Siyaset gerçekte de böyle bir şey olmalı değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA