Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

“Yiğidi öldür ama hakkını ver” deyişini unutmayalım...

Önünüzde gelişme, istikrar, barış içinde bir arada yaşama ve özgürlükçü demokrasi gibi tercihler dururken, belirsizliklere, kargaşaya, gerginliklere rağbet eder misiniz? Ya da ideolojik veya sınıfsal saplantılarınız olsa bile, yaşanan gerçekleri görmezden gelmeniz doğal mıdır?
Düşünün ki 2001 krizinde 40 bin bankacı işsiz kalmış, 24 banka batmıştı. Bugün ise Türk bankaları altın değerinde ve bankacılık yükselen değer. Ama bunun için Tayyip Erdoğan'a teşekkür eden yok...

Teşekkür borçları

Bunun gibi İsmet İnönü Türkiye'yi 2'nci Dünya Savaşı cehenneminin dışında tutmayı başarmıştır. Ayrıca çok partili demokrasiye geçerek, kendi isteği ile "Tek başına iktidar"dan feragat edebilmiştir. Bütün eleştirilecek ve hatta kınanacak uygulamalarına rağmen, İnönü Türk tarihinde bir teşekkürü fazlasıyla hak etmemiş midir?
Adnan Menderes "Halk"ı hem siyasette, hem ekonomide devreye sokmuştur. Türkiye'de bir "Girişim gücü"nün var olduğu Demokrat Parti döneminde anlaşılmıştır. Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar, o dönemde Türk sermaye kesiminin öncüleri olarak sanayi yatırımlarına başlamıştır. Menderes'in ve Demokrat Parti'nin bütün eleştirilecek ve hatta kınanacak uygulamalarına karşın, onlara da teşekkür borcumuz yok mu?

Değişim mühendisliği

Süleyman Demirel, siyaset yaşamımızın ihtiyaç duyduğu teknokrat-politikacı (Politokrat) portresi ile barajların, elektrifikasyonun, rakamların önemini topluma benimsetmiştir. O da girişimcinin önünü açmamış mıdır? Turgut Özal "Değişim mühendisi" figürünü Türk siyasetine tanıtmış, "Vizyon" kavramını benimsetmiş, her alanda dünya ile rekabet edilebileceğine hepimizi inandırmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan'ı da bu açıdan değerlendirmeyi denememiz gerekmiyor mu? Onun başbakanlığı döneminde ekonomik kriz geride kaldı. Alt ve üst yapı yenilendi. Ekonomide "Yatırım" denilince artık devlet değil özel sermaye yatırımları düşünülüyor. Erdoğan'ın çalışkan olmadığını da kimse söyleyemez.

Sessiz çoğunluk

"Yiğidi öldür ama hakkını ver" deyişinin kaynaklandığı bir toplumda, kişilere dönük takıntıların siyasi aklı ve vicdanı devre dışında bırakması nasıl mümkün olabiliyor?
Kısacası herkes nasıl düşünüyorsa tabii ki oyunu da o yönde kullanacaktır. Ama kine, nefrete, şiddete ve takıntılara dayalı düşüncelerin sağlıklı bir oy tercihine yön vermesi mümkün müdür? Sonunda aklın sesini saplantılı "Gürültücü azınlık"ın değil saplantısız gözlemcilerden oluşan "Sessiz çoğunluk"un seslendirmesini beklememiz, kaçınılmaz değil midir?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA