Irak da, Suriye de, Ukrayna da kestirilemez yarınlara doğru yol alırlarken, Türk siyasetinin gündemi de mevcut içeriği ile ilerlemekte...
Örneğin CHP ile MHP'nin Cumhurbaşkanı seçiminde sahneye sürecekleri söylenen "Çatı Adayı" arayışı konusunda bir arpa boyu yol alınmadığı ortada...
Aslında aranan bir kişi değil, Tayyip Erdoğan'a rakip olacak ölçüde halk desteği sağlayabilecek bir siyasetçidir... Eğer bu bulunabilirse, Türk demokrasisinin şu andaki en büyük eksiği olan "Alternatifsizlik" belki sona erecektir. Çünkü tüm dünyada demokrasiler komiteler üzerinden değil "Liderler" üzerinden gidilerek sürdürülüyor.
En gelişmiş demokrasilerde de "Karizmatik Lider" olgusu siyaseti sürüklüyor.Bu açıdan Erdoğan'a doğrudan rakip olmayı göze alamayan Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin, kendilerinin de, seçmenlerinin de peşinden gidebilecekleri bir karizmatik lider adayını aradıkları söylenebilir.
Vizyon yeter mi?
Acaba bu tür bir liderin varlığının ön şartı "Vizyon" sahibi olması mıdır? Ancak Turgut Özal'la siyasal sözlüklerimize giren "Vizyon", hem çok boyutlu, hem de zaman içinde değişim göstermesi gereken bir kavramdır.
Bir politikacıda sadece "Vizyon"un var olması, o politikacının başarılı olmasına yetmez.
Vizyonun yanına "İcraat gücü" de eklenmelidir.
Bunun için hangi kaynakların devreye sokulabileceğini bilmek, kamunun karmaşık bürokrasisi içindeki kararı icraata dönüştüren mekanizmaları çalıştırabilmek, vizyonun içerdiği somut hedefleri halka benimsetmeyi başarmak gerekir.Yoksa herkesin kendince bir vizyonu vardır. Mesela kimileri İstanbul trafiğini açmak için "Kurallara uymayan birkaç şoförü Eminönü'nde sallandırmak" vizyonunu seslendirmezler mi?
Vizyon ve değişim
Bunun gibi, bir dönemde "Vizyon" olarak kabul edilenler, bir başka dönemde eskimiş vaatlerden öteye geçmez. Örneğin bu çağda köylere elektrik getirmek, demiryolu veya otoyol yapmak bir vizyonun değil, yapılması gecikmiş icraatın maddeleridir. Havaalanı yapmak değil "Dünyanın en büyük havaalanını yapmak" bile, bir ihtiyaca cevap vermekten öteye geçmez.
Mesela Türkiye'deki 1.2 milyon KOBİ'yi "Bilişim Ağı" içinde dünya rekabetine açmak, Hindistan'ın Bengalore'de yaptığı gibi Türkiye'de bir yöreyi "Bilişim Çağı"nın dünya ölçüsündeki merkezlerinden biri haline getirmek, belki "Bugünün vizyonu"nun öğeleri olabilir.
Dış politika
"Vizyoner politikacı" dış politikayı da, dünün değil bugünün gerçekleri üzerinde oluşturur. Dünyada olup bitenlerin tümünün sorumluluğunu Tayyip Erdoğan'dan bilmek, vizyonu değil ancak demagogluğu ve çaresizliği yansıtır...Örneğin "Lozan"ı, sanki 1920'li yıllar dünyasının koşulları hâlâ varmış gibi davranarak koruyamazsınız. Veya "Ermeni Sorunu"nu, 1915 yılındaki dünyanın anlayışlarını bugüne taşıyarak çözemezsiniz. Veya Yunanistan da, Kıbrıs Rumları da Avrupa Birliği üyesi olmuşlarsa, "Kıbrıs Sorunu"nu, sadece 1974'teki "Haklı müdahale"ye dayayarak çözüm zeminine taşıyamazsınız.
Doktrinleşmiş bir ideolojinin varlığına, ekonomik kaynaklarının yoğunluğuna, askeri gücünün fazlalığına ve bilimsel birikiminin ağırlığına rağmen, Sovyet İmparatorluğu'nun çöküp dağıldığını yaşadığımız dönemde görmedik mi?
Veya yanlış hesapların, kötü yönetimin ve bölgeye dönük bilgisizliklerin, ABD gibi bir süper gücü, Irak'taki bataklığa nasıl sürüklediğini ve sonunda Irak'ın eskisinden daha trajik bir konuma sürüklendiğini görmüyor muyuz?
Keşke bulsalar
Bu gerçeklerin ışığında, Türkiye'de çağı iyi izleyip değerlendiren, vizyonuna icraat gücünü de katan, ülkeyi maceralara değil akılcı ve çağdaş hedeflere yönlendirecek politik kadrolara ihtiyaç duymaktayız. Bu kadrolar ağırlık kazandığı ölçüde dün ile bugünü karıştıranların, siyaseti "Rejim kavgası" yapmak zannedenlerin sayıları azalacaktır. Siyaseti hizmete dönük rekabet olarak görenler, farklılıkları zenginlik olarak değerlendirenler demokrasiye yön vereceklerdir.
Dilerim böyle bir "Çatı Adayı" Kılıçdaroğlu ve Bahçeli tarafından keşfedilmek için beklemektedir.