Siyasal yaşamımızın bıktırıcı bir kısır döngü sürecinden çıkamaması yorucu olmaya başlamadı mı?
Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan'a takıntılı olanlar neler diyorlar?
- Çok asabi... Üslubu çok sert... Eleştiriye tahammülü yok... Diktatör olmaya yatkın...
Kısa ve kesintilerle dolu çok partili demokrasi tarihimizin en güler yüzlü ve en tahammüllü Başbakanı Turgut Özal için, onun iktidarı döneminde neler denilmişti hatırlıyor musunuz?
18 Nisan 1988'de Hürriyet gazetesinin manşetinde gazetenin o zamanki sahibi Erol Simavi'nin imzası ile Özal'a yazılmış bir açık mektup yayınlanmıştı. Bu mektuptan bazı bölümleri alalım ve bunların bugün Tayyip Erdoğan'a yöneltilen eleştirilerden hiç farklı olmadığını hep birlikte görelim...
Avaz avaz bağırıyorsunuz
"- Bazı akşamlar, televizyonumun penceresinden sizinle yüz yüze geliyorum: Bakıyorum, avaz avaz bağırıyorsunuz.
Kelimeleri, dudaklarınızdan hem püskürtüyor, hem de adeta çevreye saçıyorsunuz: 'Basın yalan yazıyor!' Ben de işte asıl o zaman isyan ediyorum: Hayır Sayın Başbakanım!
- Basın yalan yazmıyor... Bizlerin arasında, bırakınız yalan haberi, yanlış habere bile tahammül gösterecek meslektaşım yoktur.
Kabul ediyorum: devr-i şahanenizde basın sevilmiyor. Gazetelerimizin kamuoyunda cana yakın bir görüntü taşıdıklarını da sanmıyorum. Sizin de olayı içinizin yağları eriyerek körükleyişinize her gün tanık oluyorum."
Suikast girişimi
Bugün Başbakan Erdoğan'ın "Paralel Devlet"in tasfiyesine dönük kararlılığına gelince...
Yine 1980'lere dönelim ve benzer bir durum karşısında Özal'ın farklı davranmasının ne tür gelişmelere dayandığını hatırlayalım.
Erol Simavi'nin açık mektubundan iki ay sonra 18 Haziran 1988 günü Anavatan Partisi'nin kongresinde Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Turgut Özal konuşma yapmak için kürsüye çıkınca, Kartal Demirağ adlı bir saldırgan tabancası ile iki el ateş etti.
Kurşunlardan biri Özal'ın önünde bulunan mikrofonun ayağından sekip sağ elinin başparmağına isabet etti.
Kartal Demirağ kaçarken başbakanın korumalarından birinin açtığı ateşle yaralanıp yakalandı. 1989'da idama mahkûm edilen Demirağ'ın cezası 20 yıl hapis cezasına çevrildi.
Demirağ 4 yıl hapis yattıktan sonra Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından 1992'de affedildi.
Soruşturmayı durdurdu
Bu suikast girişiminin arkasında kimlerin olduğu soruşturuldu ve aralarında o dönemim paralel devletinden ve değişik çıkar gruplarından insanların bulunduğu bir takım isimlere ulaşıldı.
Ama Özal bu soruşturmaları bir noktada durdurdu. "Bu konu ile uğraşsaydık, ne bir reform yapabilirdik, ne de Türkiye'de başka konu konuşulurdu" demişti bana.
Şimdi bazılarımız Başbakan Erdoğan'ın Paralel Devlet'in kaynaklarına inilmesine ve bunların tasfiyesine dönük kararlılığını eleştirip, bunlarla uzlaşılmasını önermekteler.
Aradan geçen yılların ardından şimdi şunu söyleyebilirim...
Keşke durdurmasaydı
Keşke Özal da Erdoğan kadar kararlılıkla, kendisini hedef alan suikast girişiminin ve derin (veya paralel) devletin dibine kadar gitseydi... Daha sonraki suikastlar, faili meçhul cinayetler, Ergenekon oluşumu ve 28 Şubat postmodern darbesi de herhalde olmazdı.
Hatırlayın 1990'da yaşananları... 31 Ocak'ta Muammer Aksoy, 7 Mart'ta Çetin Emeç, 4 Eylül'de Turan Dursun, 6 Ekim'de de Bahriye Üçok peş peşe "faili meçhul" suikastlara kurban gittiler. Çetin Emeç'i "Güzergâhınızı değiştirin" diye uyaran MİT eski müsteşar yardımcısı Hiram Abas da 26 Eylül günü öldürüldü.
Kendi gazetesindeki söyleşide "İnsan Hürriyet'ini satar mı" diyen eski sahip Erol Simavi de, yıllardır Türkiye dışında yaşıyor.