Dışarıdan bakınca ve olayın perde arkasını göremeyince her şeyi ciddiye almak ve hatta kutsallaştırmak da mümkündür.
Son örnek "Dershaneler" üzerindeki polemiklerden verilebilir.
Mesela dünkü Akşam'da Ufuk Ulutaş konuya şöyle değinmişti:
"- Eğer dershaneler kutsal müesseseler değilse neden dershanelere ihtiyacın ortadan kaldırılması süreci ve sürecin nasıl yürütülmesi gerektiği konuşulmuyor da, hangi açıdan bakarsak bakalım sakat olan bir 'olmasaydı, olmazdık' tartışması yürütülüyor?
- Hepimiz dershanelerin kâr amacı güden kuruluşlar olduğunu, hatta güçlü bir öğretmeni sömürü sistemine dayandığını, bedava okumak için fakirlik değil yüksek başarı şartının arandığını, yüksek başarılı öğrencilerin de dershanelere para kazandırdığını biliyoruz.
- Hal böyleyken neden dershanelere Darülaceze anlamı yüklenmeye çalışılıyor?"
Mısır ve Türkiye
Abartarak ciddiye aldığımız konulardan bazıları da diplomasi alanından verilebilir.
Mesela Mısır'daki Sisi yönetiminin Büyükelçimiz Hüseyin Avni Botsalı'yı "İstenmeyen adam" ilan etmesi ve buna Türkiye'nin mukabele etmesi, iki ülke arasında tarihten ve coğrafyadan kaynaklanan tüm ilişkilerin yok olması anlamına gelmez ki...
Murat Bardakçı, 1954'te de Nasır Rejimi'nin Kahire'deki Büyükelçimiz Fuad Hulusi Tugay'ı da "İstenmeyen adam" ilan ettiğini hatırlatmıştı.
Bu olayın nedeni, eşi devrik Mısır hanedanından bir Prenses (Emine Tugay) olan Fuad Hulusi Tugay'ın, darbeci ve güçlü adam Nasır'ın elini sıkmayı reddedip "Ben sadece centilmenlerin elini sıkarım" demesiydi.
Bu olay Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkileri bitirmedi.
Gecikmeli mesaj
1960'ların sonunda ve 70'lerin başında Kahire'de büyükelçimiz olan rahmetli Semih Günver anlatmıştı.
1967'deki Arap-İsrail savaşının başında Mısır'ın savaşı kazandığı zannedilmişti. Ankara da Nasır'ı kutlamış ve "Bu tarihi dönüm noktasında Türkiye Mısır'ın yanındadır" içerikli bir mesaj göndermişti.
Ne var ki savaşın sonunda Mısır'ın feci bir yenilgiye uğradığı anlaşıldı. Büyükelçi Günver Ankara'nın mesajını, yenilginin anlaşıldığı o gece yarısı Nasır'a götürmüş. Nasır da bu mesajın zaferi kutlamayı amaçladığını bilmediği için, mesajın yenilgide Türkiye'nin Mısır'ın yanında olduğunu ifade ettiğini zannedip, mesajı okuduktan sonra gözyaşlarına boğulmuş.
İnönü ve Churchill
Söz Kahire'den açılmışken diplomasinin aşırı ciddiye alınmasının insanı yanıltacağını gösteren bir başka örnek vereyim.
3 Aralık 1943'te Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Kahire'de Churchill ve Roosevelt ile buluşmuştu. Konu Türkiye'nin Müttefikler safında Nazi Almanya'sına savaş ilan etmesi için İnönü'nün ikna edilmesiydi.
İnönü savaşa katılmamız için ikna edilemedi... Ama Churchill'le 15 saat süren çok samimi bir görüşme gerçekleşti... Görüşmeden ayrılırken İnönü sarılıp Churchill'i Türk usulü yanaklarından da öpmüş.
Churchill daha sonra kızı Sarah'a gitmiş ve "Çok cazip bir adam olduğum için Türk Cumhurbaşkanı beni öptü. Ama bunu sakın Dışişleri Bakanı Eden'a söyleme. Çünkü kıskanır" demiş. (The Wicked Wit of Churchill/ Dominique Enright/ MM Books- London/s. 82)