İnsanın ister istemez gözü yaşarıyor manzaraya bakınca...
Meğer ne çok özgürlükçü, sivil ve çoğulcu demokrasiden yana aydın düşünce odağımız varmış.
"28 Şubat 1000 yıl sürecek" diye yazıp söyleyenler, meğer bugünlerin gelmesini bekliyorlarmış.
Bir orgeneral yer altından çıkarılmış lav silahlarını gösterip "Bunlar boru" dediği zaman alkışlayanlar, meğer özgürlükçüymüşler.
Başbakanlara küfreden subaylara destek verenler, medya kartellerini kuranlar, Batı Çalışma Grubu'nun talimatıyla gazetelerine ortak manşetler atanlar, kendi gazetelerindeki yazarları hedef gösteren andıçları yayınlayanlar, meğer basın özgürlüğünün bekçileriymiş.
Sağı solu olmayanlar
Meğer bu özgürlükçülüğün ve demokratlığın sağı solu da olmazmış.
Kendilerini solcu olarak gördükleri için ilk kuşak yerli girişimcileri "Komprador burjuvazi" ve ilk endüstri denemelerini de "Montaj sanayisi" olarak niteleyenler, meğer büyük holdinglerle özde ideoloji arkadaşıymışlar.
Bir kuşak öncelerinde küçük esnaf babaların veya dedelerin bulunduğu sermaye sahipleri de meğer "Göbeklerini kaşıyanlar"ın ve "Bidon kafalılar"ın verdiği oylarla iktidar olanlar karşısında, kendilerini soy-kentli konumunda görmekteymişler.
Değişen iktidarlara göre eşlerini bazen papatya bazen kasımpatı yapanlar, bu iktidar döneminde de Umre ile Hac arasında koşuşup duranlar, meğer ilkeli burjuvaziyi temsil ediyorlarmış.
Özal'a direnmediler mi?
Bu devrimci demokratların Turgut Özal'ın devrimsel değişim programı karşısında nasıl direndiklerini de gördük aslında.
Araştırmacı gazeteciler "Yoksa İsviçre bankalarında hesabınız mı vardı" diye sorduklarında korkudan titreyenler, Özal'ın konvertibiliteyi getirmesine destek mi verdiler sanki?
Türkiye'de endüstriyi ve ticareti koruma duvarlarının arkasından çıkartıp dünya rekabetine açacak "Gümrük Birliği" gündeme geldiğinde, bunların ne tür engellemeleri sahnelediklerini de gözlemlemedik mi?
Nerede o eski günler?
Ah bu devrimci demokratlar ve onları fonlayan belirli sermaye kesimleri yok mu?
"Genelkurmayın ışıklarını gözlemlemek" türü gazetecilik, meğer özgür basının yansımasıymış. Önemli olan meğer seçim sonuçları değil, YAŞ kararlarından çıkacak sonuçlarmış.
Anayasa Mahkemesi'nin musluk açıp kapatır gibi parti kapattığı dönemlerde, meğer özel yaşamlar da, özgür düşünce de hukuk güvencesi altındaymış.
"Haysiyetli dış politika" da Türkiye'nin dış siyasetinin üzerinde Kıbrıs'ın ve Ermeni Soykırım Tasarısı ipoteklerinin sürekli durmalarıymış.
Acaba 3'üncü Boğaz Köprüsü'nün yapımından vazgeçilse, eski güzel günlere geri dönebilir miyiz?