Siyasetteki gelişmeleri anlayabilmek için öncelikle "Siyasetin dili"ni anlamaya çalışmak gerekiyor.
Çünkü bizim gibi siyaset dışı insanların konuştuğumuz dilde, aynı kelimeler veya aynı kavramlar aynı anlamları ifade eder. Oysa siyasette aynı kelimeler bunu seslendiren kişinin ideolojisine ya da tuttuğu partiye göre farklı anlamlar taşır.
Ben bu farklılığın bir uluslar arası düzeyde çok çarpıcı biçimdeki bir yansımasına tanık olmuştum.
Türk-Yunan gerginliğinin Ege'deki bir çatışmaya dayanabileceği sıcak günlerde Atina'daydım ve bir panele konuşmacı olarak davetliydim.
Ben ve Türkiye'den gelen iki konuşmacı Ege'nin bir barış ve dostluk denizi olmasını vurguluyorduk...
Bu arada Ege'de hem Türkiye'nin hem de Yunanistan'ın sahip oldukları hakların kabul edilmesi gerektiğini söylüyorduk.
Aynı şeyleri Yunanlı konuşmacılar da hemen hemen aynı kelimelerle söylemekteydiler.
Ama aramızda sanki birbirine ters şeyleri söylüyormuşuz gibi bir gerginlik vardı...
Deniz mi adalar mı?
Bir anda bu gerginliğin veya uzlaşmazlığın nedenini intikal ettim.
Biz Türk konuşmacılar "Ege" dediğimiz zaman "Deniz"den söz ediyorduk.
Yunanlı konuşmacılar ise "Ege"den söz ettikleri zaman "Adalar"ı düşünüyorlardı.
Buna benzer örnekleri iç siyasette hemen her gün görmüyor muyuz?
"Demokrasi" kavramının farklı konumlardaki siyasetçiler tarafından nasıl farklı yorumlandığına, çok partili demokrasiye geçtiğimiz 1946'dan beri tanık olmadık mı?
Darbeli demokrasi
Eğer iktidardaki bir siyasetçi iseniz "Demokrasi" ilerideki ilk genel seçime kadar "İstikrar"ı ve sürekliği ifade eden, meşruiyetin kaynağı "Seçim sandığı" olan bir kavramdır.
Muhalefete göreyse sandık teferruattır.
Muhalefetteki siyasetçilerin askeri darbeleri de demokrasinin yansıması olarak gördüklerine ve hatta askerleri "Sivil Toplum Örgütü" şeklinde değerlendirdiklerini bile görmedik mi?
Neticede muhalefetteki siyasetçi iktidar olunca o da istikrarı ve seçim sandığını kutsamaya başlamaz mı?
Bugünün siyasetinde iktidar sözcüleri "Yüzde 50 bizi destekliyor" derken, AK Parti'ye muhalif olanlar da "Yüzde 50 size karşı" demiyorlar mı?
Burada çözümlenmesi gereken durum kendilerini iktidara karşı olan yüzde 50'nin içinde görenlerin CHP-MHP-DSP ve ötesindeki farklı siyasal oluşumların arasında, kendilerini nerede gördüklerine ilişkindir.
"Ben Gezi parkı eylemcisiyim" demek bu konumlandırmayı belirlemeye yetmiyor.
Halk ve vatandaş
Bunun gibi yollarda tencere tava çalan birileri "Biz halkız" dedikleri zaman, köyden kente göçün başladığı 1950'lerdeki İstanbullu Beyaz Türklerin "Halk geldi vatandaş rahat rahat denize giremiyor" şeklinde seslendirdikleri tepkileri de akla gelmiyor mu?
Yıllar önce bir söyleşisinde Prof. Şerif Mardin aynı kavramların farklı anlamlar taşımalarını şöyle anlatmıştı:
-Türkiye'de Başbakan "Benim milletim" diyor, aynı zamanda ulusalcılar da "Benim milletim" diyor ama aynı şeylerden bahsetmiyorlar. Başbakan "Benim milletim" dediği zaman aynı hayatı yaşayan insanların birliği gibi bir şeyden bahsediyor. Ulusalcı "Benim milletim" dediği zaman da bir nevi bir kamu haritasından bahsediyor.
Bunlar tamamen birbirlerinden farklı olan şeyler.
Aslında aynı olayları farklı haberleştiren ve farklı yorumlayan biz gazeteciler de bu durumun yansıtıcıları değil miyiz? Meşruiyeti ve demokrasiyi seçim sandığı ve TBMM yerine sokak eylemlerinde arayanlarımız yok mu sanki? "Halk böyle düşünüyor" derken hangi halktan olduğumuzu hiç söylüyor muyuz?