Gerçek yaşamın akışına da televizyon dizilerinin senaristlerinin dizinin akışına hâkim oldukları gibi hükmedebilsek, hayat ne kadar kolaylaşırdı.
Muhteşem Yüzyıl'da Hürrem'i oynayan Meryem Uzerli bunalıma girip Almanya'ya gidince, dizi Hürremsiz bir döneme girecekmiş. Senaryoda Hürrem Sultan birkaç haftalığına, Şehzade Mehmet'in yanına Amasya sancağına gönderilecekmiş.
Mesela gerçek Hürrem saray entrikalarındaki rolünden bunalıp, ana vatanı olan Lehistan'a birkaç haftalığına olsun gidebilseydi... Belki bu sayede "Makbul" İbrahim Paşa "Maktul" İbrahim Paşa olmazdı. Belki Kanuni, İbrahim Paşa'yla birlikte Roma'yı da fethederdi...
Ne var ki gerçek hayatta olayların akışına da, aktörlerin konumuna da senaristler karar vermiyor.
Ülkelerin iç dinamikleriyle dış konjonktürün izdüşümünde olaylar şekilleniyor. Gerçek hayatın aktörleri yelkenlerini ters rüzgârlara açmadıkları sürece, rollerine devam ediyorlar.
Besar Esad'ın rolü
Ama bazılarının ihtirasları akıllarına ve global gerçeklere ağır basınca, o aktör sahneden zorla çekiliyor.
Şu anda bu konumda bulunan aktör Beşar Esad...
Kendi halkıyla savaşan, kendi vatandaşlarının tepesine bombalar yağdıran bir siyasetçinin bu zaman diliminde koltuğunu koruması mümkün olabilir mi?
"Soğuk Savaş" döneminde belki mümkündü bu.
Beşar'ın babası Hafız Esad da, Irak'ın Saddam Hüseyin'i de Soğuk Savaş'ın dehşet dengesine dayanarak kendi halklarıyla kavga edebildiler.
Ders alınmalı
Veya Miloşeviç Soğuk Savaş'ın hâlâ sürdüğünü zannettiği için, Yugoslavya'da bir soykırım yapılabileceğini zannetti. Rusya'nın Slav motivasyonlu desteğinin, Sovyetler'in nükleer güce dayalı desteği kadar ağırlık taşıyabileceğini düşündü.
Suriye'deki gelişmelerden tüm Ortadoğu ülkelerinin almaları gereken dersler fazlasıyla var.
Bu ülkelerdeki güvenlik güçleri de, istihbarat örgütleri de "İç düşmanlar"a karşı konumlanmışlardır. Bu arada dış düşman karşısında sürekli yenilmek, pek önem taşımamıştır.
Suriye'nin Hafız Esad'ını da, Mısır'ın Abdülnasır'ını da, Irak'ın Saddam Hüseyin'ini de, dış düşman karşısındaki yenilgiler pek etkilememiştir.
Saddam ülkesini önce İran karşısında, Kuveyt'i işgali ertesinde de Amerika karşısında perişan konuma sürüklemişti. Ama doğrudan Amerikan işgaline kadar ayakta kalabildi.
Fırsat kaçtı
Mısır'ın Nasır'ı da İsrail karşısında her savaşta ülkesini yenilgiye sürükledi. Ama bu yenilgilerle değil ölümle ayrıldı iktidardan.
Kendi insanlarını bombalayan Esadlar için de, kendi topraklarının (Golan tepeleri) İsrail işgali altında bulunmasının bir önemi yoktur bu açıdan.
Özetle Türkiye'nin hayat tarzı olarak çoğulcu demokrasiyi seçmesi, siyasi kaderinin Ortadoğu'dan kopması anlamını da taşıyor. Bu "İç düşman" aramak yerine "Halk desteğini almak" gereğini getiriyor yönetimlerin gündemine. Muhalefetin karşısına tankla ve topla değil, icraatla ve hizmetle çıkılıyor.
Beşar Esad dostluk döneminde Başbakan Erdoğan'ın tavsiyelerine kulak verseydi ve bir seçimle demokrasiye adım atabilseydi bu ülke şimdi ne kadar farklı bir konumda olurdu...