Önceki gün bir grup meslektaşla Conrad Otel'de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye'ye karşı izlediğimiz politika hakkında üç saat süren açıklamalarını dinlerken, sorumlu makamlardaki kişileri "Yanlış anlaşılma"nın "Anlaşılmamak"tan daha fazla huzursuz ettiğini bir kez daha gözlemledim.
Arap Baharı'nın rüzgarı fırtınaya dönüşürken gerek Başbakan Erdoğan'ın gerekse kendisinin Beşar Esad'ı demokratik reformlar yapması için nasıl ikna etmeye çalıştıklarını, ama her seferinde nasıl hayal kırıklıklarına uğradıklarını anlattı.
Davutoğlu Suriye'deki devlet terörünün tırmanış aşamalarını anlatırken önce göstericilerin keskin nişancıların (snipers) hedef kılındıklarını, sonra tankların, arkadan da uçaktan atılan bombaların geldiğini sıraladı.
Suriye'den sınır dışına kitlesel göçlerin bu aşamada başladığını hatırlattı.
Dehşetin son aşaması
Son aşamada Beşar'a bağlı silahlı kuvvetlerin kendi halklarına SCUD füzleri ile saldırması gündemde. Şu ana kadar Suriye'de 283 tane SCUD atılmış halkın üzerine. Ve nihayet Banyas'ta görüldüğü gibi kimyasal silahların devreye girmiş olması var.
Türkiye sınırlarına bitişik bu ülkedeki faciayı durdurmak için diplomatik çabalarına hiç ara vermiyor. Suriye konusunda Rusya'da, İran'da Türkiye'den farklı çizgideler. Ama Türkiye bu ülkelerle ikili ilişkilerini Suriye'den soyutlayarak sürdürüyor.
Yine de bu faciayı durdurmakta etkili olacak ülkelerin konumları, işi çok zorlaştırmakta.
Gerek Putin'in İstanbul'u ziyaretinde onunla yapılan görüşmelerde, gerek Erdoğan'ın son Washington ziyaretinde Obama ile yapılan görüşmelerde, Türkiye'nin krize çözüm formülleri etraflı biçimde anlatılmış.
Rusya hem Suriye'ye dönük, hem de Doğu Akdeniz'e ilişkin çıkarları açısından Beşar Esad'ın yanında duruyor.
Libya'ya müdahale edilirken Rusya dışlandığını ve aldatıldığını düşünmekte.
Rusya bu çizgide durduğu için, Çin de onu izliyor.
İran doğrudan devrede
İran ise Ortadoğu denkleminde Esad rejimini doğal uzantısı ve müttefiki olarak görmekte. Son olarak Suriye'deki iç savaşa İran'dan gelen 1500 kişilik gücün katılması, bu krizde yeni bir aşamanın yansıması.
"Çözüm ne olabilir" sorusuna gelince...
Şimdi ümit hazirandaki Cenevre görüşmelerinde.
Bu aşamada Türkiye'nin çabaları da Cenevre'ye yansıyacak bir nevi ittifaka dayandı.
Suriye'yi şimdiye kadar "Dalgalı" biçimde ve uzaktan izleyen Avrupalılar da, Amerika da, Arap ülkeleri ve Türkiye ile birlikte dışişleri bakanlarının Amman toplantısında (22 Mayıs) aynı safta yer aldılar.
Bu ittifak Suriye muhalefetini destekliyor ve Cenevre'den bir geçiş hükümetinin çıkmasını bekliyor.
Kısacası Türkiye'nin diplomatik çözüm çabalarının da sonucu olan bir gelişme bu.
Yeni global denge
Ancak yeni bir global gerçek var ortada.
Rusya artık yeni bir denge merkezi...
Suriye krizi Rusya olmadan çözümlenemez.
Amerika artık tek süper güç konumunda değil. Ayrıca Afganistan ve Irak serüvenlerinin başarısız sonuçlarının çekimser kıldığı bir Amerika var şimdi.
Türkiye Suriye krizinin çözüm sürecine girdiğini, topraklarındaki Suriyeli sığınmacılar ülkelerine dönmeye başladıkları zaman anlayacak.
Davutoğlu'nun üç saatlik sunumunun özetinin özeti böyle.
Ne var ki Davutoğlu'nu anlamayı denemeyip Beşar Esad'ı anlayışla karşılayanlar, yine de var olacaktır.