Toplumsal belleğimizdeki birbirlerine zıt bilgilerin bizi sürekli içinde tuttuğu durum müthiş bir "İki arada kalmışlık" duygusu değil midir?
Bir yanda Cumhuriyet tarihinde Kürt Realitesi'nin sadece bir güvenlik ve bütünlük meselesi olarak ele alınması ve mesela Dersim faciası gibi bilgiler var. Bir yanda da bugünün dünyasında bu meseleye siyaset zemininde çözüm aramak yerine şiddeti kul- lanan etnik kökenli terörizm, yani PKK var...
Geçmişte yanlış yapıldığı için bugün terörizmi haklı görenlerin yanında yer alma ve siyasi açılımları yerden yere vurma eğilimi, iki arada kalmışlığa bir örnek değil midir?
Veya kurucu, kurtarıcı, reformcu Mustafa Kemal Atatürk bir yandadır, bir yanda da Tek Parti'nin despotik yönetimini simgeleyen Kemalizm vardır.
Başbakan Erdoğan "Şanghay Beşlisi"nden söz ettiğinde "Vay, demek Avrupa Birliği'nden vazgeçiyoruz" çığlıkları atanlara dün Başbakan'ın "AB kapısında 50 yıl bekleyen ülke alternatif aramalıdır. Biz Brüksel'de görüşeceğiz. Bu iş olacaksa artık olsun diyeceğiz" şeklindeki açıklaması, acaba bir şey ifade edecek mi?
Bitmeyen ikilemler
AB kapısında 50 yıl bekletilen bir ülkede "Vay, demek AB'den vazgeçiyoruz" demek, iki arada kalmışlık değil midir?
Selim İleri Zaman'daki köşesinde bu duruma kendisinden şu örneği vermişti:
"- 1966-67 ders yılı. Atatürk Erkek Lisesi onuncu sınıfta öğrenciyim. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenimiz Bâkiye Ramazanoğlu, Divan şiirinde sıra Nedim'in şiirlerine gelince, Lâle Devri'nden de söz açmak ihtiyacı duyuyor; Lâle Devri'nin Osmanlı medeniyetine bambaşka bir çağ açtığını söylüyor. Şiiriyle, sanatıyla, mimarîsiyle bu çağın öyle uzun sürmemesine, sürememesine, kesintiye uğramasına açıkça yeriniyor.
Hangisi doğru?
- Gelgelelim Tarih öğretmenimiz Zehra Tapman aynı kanıda değil. Zehra Hanım, Lâle Devri'nin bir sefahat, yoldan çıkmışlık dönemi olduğu kanısında. Halkın mesafeli duruşuna aldırmayan Padişah'la Sadrazam eğlenceden eğlenceye koşuyorlar, lâle bahçelerinde geceler geceleri izliyor, sonunda Patrona Halil hepsinin hakkından geliyor."
Selim İleri'nin son romanı "Mel'un"u okurken, romanın kahramanı "Sayru"nun bedenleri Doğu'da akılları Batı'da olan bizleri inanılmaz çarpıcılıkta simgelediğini düşündüm... Cahide ile Sarah arasında kalmışlık... Bir köşede Halid Ziya'nın, diğer köşede Charles Dickens'in durdukları bir oda... Bir yanda Batılılık simgesi ve ipekliler giyen Jülide anne, diğer yanda sürekli yeşil sabun ile soğan kokan ve çiçekli patiskalar giyen Havva anne...
İki arada kalmışlık
"Mel'un" Türk romanında bir dönüm noktası olabilir.
Selim İleri'nin iki yıllık inzivasına gerçekten değmiş Mel'un.
Romanı okurken Ressam Namık İsmail'in kotrası "Korsan"a bindim hayalimde... 78'lik plakta Safiye Ayla Sadettin Kaynak'ın "Yanık Ömer"ini söylüyordu. Bu sırada Dante gizli gizli Arapça öğrenmekte ve Muhsin Ertuğrul da Strinberg'in "Mavi Melek"inden esinlenmekteydi...
Hemingway (veya Gertrude Stein) "Biz kayıp bir kuşağız" demiş 1'inci Dünya Savaşı sonrası Amerikan aydınları için...
Bizler de "İki arada kalmış kuşak"tan değil miyiz sanki?