Bir arkadaş topluluğunda ikiz kardeşler üzerinde çeşitlemeler yapılıyormuş.
Bu arkadaşlardan biri "Benim de tek yumurta ikizim varmış, ama bebekken banyoda boğulup ölmüş" demiş.
Sonra eklemiş,
- Hatta onun değil de benim öldüğümü söylüyorlar...
Bizim sosyopolitik ve ekonomik yaşamımızda da böyle ikizler yok mudur?
Kimin yaşadığını, kimin öldüğünü bilemezsiniz.
Örneğin Özal'ın hazırlayıp yürürlüğe koyduğu 24 Ocak 1980 Kararları ile "Serbest Pazar" ekonomisine geçtik.
Ama hâlâ en büyük patron devlet değil mi?
Eğer devlet (ya da iktidar) kızarsa en zengin bir anda en yoksula dönüşmez mi?
Farklı deneyimler
Avrupa kökenli çok uluslu çok büyük bir şirketin en üst yöneticisiyle konuşuyorduk.
- İki dünya savaşı geçirmenin getirdiği deneyimleri asla unutmayız... Şu anda bütün fabrikalarımız kapansa, tüm borçlarımızı ödeyecek mali yapımız var, demişti.
Bizde ise dünya savaşlarından değil iktidar değişimlerinden deney ve servet kazanmış girişimcilerimiz var ekonomimizde.
İmara kapalı bir araziyi ucuza satın alıp, sonra buna imar izni çıkartıp olağanüstü kazanç sağlamak da "Girişimcilik" değil mi bizde?
Sonuçta devlet (veya kamu gücü) yok mu çoğu servetlerin temelinde?
Farklı iktidarlar döneminde zirvelere tırmanan girişimcilerin, devir değişince müflis konumuna düştüklerini de görmedik mi?
Yumurta ikizleri
Medya-siyaset ilişkilerini şirazesinden çıkartan olgu da "Türk Serbest Pazar Ekonomisi"nin yumurta ikizi olan "Türk Kökten Devletçilik"i olmadı mı?
Gazeteler okurlarına doğru haber ve objektif yorum vermekten çok, kamu pastasından pay almayı amaçlayan patronların iktidarlara mesaj vermesinin aracı olan organlara dönüşmedi mi?
28 Şubat post-modern darbesinin sanıkları olarak tutuklu bulunan subaylar, kendilerini azmettirenlerin hâlâ özgür basınının temsilcileri olarak yazdıklarını bugün okurken, acaba neler hissediyorlar?
Veya seçmenin baraj altına itip yok ettiği ANAP'ın yürekten taraftarları, pasta paylaşımı döneminde kendilerine sınırsız destek veren medya organlarının, şimdiki "AK Parti iktidarına nasıl yaranabiliriz" çabasında yine "Pasta paylaşımı"nın hayal edildiğini düşünmüyorlar mıdır?
Mikrofon yerine telefon
Başbakan Erdoğan'ın bazı yazarları hedef alarak patronlara hitaben "Bunlara hâlâ neden yazdırıyorsunuz" demesi, sadece bir üslup farkını işaret ediyor.
Yakın dönemdeki eski iktidarların sahipleri ve şimdi tutuklu olan subaylardan bazıları, mikrofonu değil telefonu kullanarak yazarları susturmazlar mıydı?
Şimdi "Basın özgürlüğü gitti" diye feryat eden bazı gazeteciler de, susturulan meslektaşlarının arkasından teneke çalıp, jurnalcilik etmezler miydi?
Demokrasimizin ve Serbest Pazar Ekonomisinin yumurta ikizi olan her alandaki "Kökten Devletçilik" yaşadıkça, hangisinin hayatta olduğunu anlamamız pek mümkün olmayacaktır.
"En büyük patron benim" diye çalışanlarına hava basan patronların patronunun "Devlet" ya da "İktidar" olduğunu inkâr edebilir misiniz?