Bu kadarı çok fazla değil mi?
Yaşarken canını koruyamadığımız Hrant Dink öldürüldükten sonra onun için adalet arıyoruz.
Ve bulamıyoruz...
Bu coğrafyada farklılıklara karşı sergilenen tahammülsüzlük ve şiddet, adeta doğanın bir özelliği gibi.
Ama bu tahammülsüzlüğü ve şiddeti doğa değil bazen devletler, bazen inanç sistemleri, bazen gelenekler ve bazen de belirli toplum kesimleri üretiyor.
"Osmanlı'da oyun bitmez" sözünü bu şekilde Cumhuriyet'e de taşımadık mı?
Ancak"Derin Devlet" kavramı içindeki olgular ne kadar deşilseler de, geride bilinmeyen bir o kadarı da kalıyor.
Bu çaresizliğe karşı tek sığınağın "Adalet" (veya Yargı) olmasını beklerken, orada da hepimiz şaşırtan adaletsizliklerle karşı karşıya kalıyoruz.
İlkeler anlam yitiriyor
Bir anda "Yargı bağımsızlığı" benzeri evrensel doğrular da, toplum gözünde anlamlarını yitiriyorlar.
Yürütmenin yargıya müdahale etmemesi gerektiğini her gün altını çizerek vurgulayanlar bile, yargıdan kaynaklanan adaletsizlikler karşısında çaresiz "Acaba bu duruma Hükümet nasıl bakıyor" diyerek gözlerini yürütmeye çevirmiyorlar mı?
Nitekim Hrant Dink Davası'ndaki karara karşı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın sözleri, toplumun bu beklentisine cevap verdi.
Bülent Arınç, Hrant Dink davasında "Suikast örgütlü değildi" kararını veren mahkemenin başkanı Rüstem Eryılmaz'ın "Vicdanen ben de tatmin olmadım" sözlerinin bir hâkime yakışmadığını söyledi.
Bu sözlere inanmanın güç olduğunu dile getiren Arınç, "Bir mahkeme başkanı tarafından kullanılacak söz değildir. Hâkimler delil durumuna ve vicdanlarına göre karar verirler"diye konuştu. "
Derin yargı" mı var?
Yaşarken canını koruyamadık, öldükten sonra da adaletin tecelli ettiğini gösteremedik Hrant Dink'e.
Toplumlar adaletin değerini, onu bulamadıkları zaman daha çok anlarlar.
Şimdi Türk adalet sistemini toplum bir kez daha yargılıyor.
"Derin devlet" gibi bir de "Derin yargı"nın var olabileceğine ilişkin kuşkular çeşitli kesimler tarafından seslendirilmekte.
İşin kötüsü geçmiş bu kuşkuyu güçlendiren sayısız örnekle dolu.
Hukuku, adaleti, yargıyı günlük siyasi zıtlaşmalardan soyutlamamız gerekiyor.
Unutmayalım...
"Adaletten beklenen doğru ile yanlış arasında tarafsız kalınması değil, doğrunun bulunması ve yanlışa karşı bunun dirençle savunulmasıdır."