Bu kadar gerginlik kimseye bir yarar sağlamaz.
Yaşadığımız doğal felaketleri bile, sosyopolitik gerginliğimizi tırmandırmak için değerlendirmeye çalışıyoruz.
Oysa Erciş'teki yıkıntı ertesinde, Türkiye'nin Edirne'den Van'a uzanan alanda tek yürek gibi attığını görerek, hepimiz bu felaketten ulusal dayanışmamızın gücüne duyduğumuz mutluluğu çıkarmayı başarmıştık.
Şimdi Van'ı vuran son yıkıntının kurbanlarının sorumlularını ararken, Erciş yıkıntısından çıkarttığımız o dayanışma duygusunun değerini unutmamalıyız.
İki meslektaşımızın da enkazın altında yaşamlarını yitirdiği Van'daki "O otele kim sağlam raporu verdi" veya "İlk depremin neden olduğu çatlakları kim görmezden geldi" benzeri sorulara elbet cevap aranacaktır.
Deprem ve bölücü terör
Bunun gibi deprem kuşakları üzerindeki kentlerdeki problemli yapılaşmalar konusunda Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı yeniden yapılanma projesinin gerçekleşmesini de, adım adım izlemeliyiz.
Neticede bunlar bizlerin doğanın yönelttiği tehditlere karşı hazırlıklı olmamızı ve felaketlerden ders almamayı getiren umursamazlığımızı artık geride bırakmamızı düşündürmelidir bize.
Ama Türkiye'de acilen çözüm bekleyen sorun, doğanın değil insanların toplum yaşamına, dirliğimize, düzenimize, güvenliğimize yönelttiği tehdidin sona erdirilmesine ilişkindir.
PKK teröründen ve şiddeti siyasete tercih eden anlayışa karşı da, Erciş yıkıntısı ertesinde değerini anladığımız "Ulusal dayanışma"yı ve "Tek yürek olma"yı devrede tutmalıyız.
Tek yürek olmak
Terör Türk veya Kürt ayırımı yapmaksızın bu topraklarda yaşayan ve gelecekleri bu ülkenin geleceğine bağlı olan tüm insanları tehdit ediyor.
Devlet ve sivil toplum varı yoğu ile depremzedelerin yardımına koşarken bölücü terörün eylemlerini sürdürmesi hatırlanmayacak mı?
Hayat tarzı olarak benimsediğimiz çoğulcu demokraside ve sahip olmaya çalıştığımız hukukun üstün olduğu özgürlükler düzeninde "Şiddet"in kendisi de, haklı görülmesi de asla kabul edilemez.
Hiçbir gerekçe terörizmi ve onun destekçilerini haklı kılamaz.
Kısacası Van depremindeki sorumlulara karşı gösterdiğimiz öfkeli tepkileri, günlük siyasi kamplaşmaları bir kenara iterek terörizmin destekçilerine karşı da göstermeyi herhalde denemeliyiz.
Her konuyu günlük siyasetin kamplaşmalarına malzeme etmemeliyiz.
Gerginlik alanları
Ama gerginliklerimizin etkilediği alanlar bu kadar değil.
Hepimiz ve özellikle düşünce odakları, gündemdeki her konudan bir kavga vesilesi çıkartmak için adeta alestayız.
Tek parti döneminin otoriter siyasal yapısını ele alanlar "Atatürk'e dil uzatmakla" suçlanıyorlar.
Hakkı Devrim'in bir televizyon programında seslendirdiği bir cümle yüzünden onu Salman Rüşdi konumuna yerleştirmek isteyen medyatik linç meraklıları seslerini yükseltiyorlar.
Bu konuda da Zaman'da A.Turan Alkan'ın yazdıkları benim düşüncelerimi de yansıtıyor.
İki paragrafını aktarayım bu yazının:
"-Sebebi uzaktan ne kadar haklı ve isâbetli görünürse görünsün 'linç', faaliyete katılanlar açısından insânî sorumlulukların tükenip iflâs ettiği noktadır... sosyal medya icad olunalıberi gençlerin çoğu kolayca, 'âlem diyor ben de öyle diyorum' sorumsuzluğuna sığınarak, tek başına iken tasvib etmeyecekleri şeyleri söylüyor ve yapıyorlar.
Medeni tepki özlemi
-Kaddafi yargılansa kerrât ile mahkûm edilecek biriydi ama birbirinden cesaret ve yüz bularak onu linç edenlerin sergilediği vahşet, insaf sahiplerinin içinde bir yeri incitti.
-Medenî tepkiyi gösterip, meseleyi şirâzeden çıkarmamak gerek; esasen Yaşar Nuri Hoca sağolsun, İslâmî âdâb ve nezaket çerçevesinde lâzım geleni söyleyerek, özellikle böyle programlara meraklı genç nesillere güzel bir örneklik göstermiştir."