Süper devlet Amerika Birleşik Devletleri'nin 600 bin kişilik askeri gücü, uçaklarına, helikopterlerine ve her çeşit silahlarına rağmen "Vietkong" diye bilinen Güney Vietnam gerillaları karşısında yeniliyordu.
Pentagon'lu generaller Kuzey Vietnam'ı daha fazla bombalayarak ve Vietnam'daki asker sayısını artırarak zafere ulaşacaklarını sanıyorlardı.
Bu dönemde "Medyatik toplum" un ilk yansımaları da, savaşın televizyon haberleri ile Amerikan evlerine taşınması biçiminde görülüyordu.
Acı gerçek - resmi gerçek
Uzak Asya'daki bu kanlı savaş, sanki her Amerikalının evindeki televizyon ekranlarından açılan cephelerde de sürmekteydi.
Amerikan toplumunun televizyon haberlerinde izlediği "Acı gerçek" ile Pentagon'un topluma sunduğu "Resmi gerçek" arasındaki farklar çarpıcı biçimde açığa çıkmaktaydı.
Sayıları 40 bini aşan ölü Amerikan askerlerinin bayrağa sarılı tabutları, ülkenin her yöresinde gözü yaşlı aileler yaratmaktaydı.
Yaralı sayısı da 200 bini geçmişti.
"Tet saldırısı" diye bilinen ve Vietnam takviminin yılbaşında gerçekleştirilen Vietkong baskını (1975) ile nihai yenilgi kesinleşti.
Kissinger'in teşhisi
O dönemde ABD'nin Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger, gerçeklerle resmi gerçekler arasında yaşanan ikilemi şöyle formüle etmişti:
- Bazıları izleyecekleri yolu gerçeklere göre belirler, bazıları da izlemeyi tasarladıkları yola göre gerçekleri değiştirir...
Kissinger gerçeklere göre Amerikan politikasını belirledi.
Kuzey Vietnam'la ve Vietkong'la Paris'te gizli görüşmeleri (1972) başlattı ve "Paris Barış Anlaşması"nı (1973) gerçekleştirdi. "Sahici Gerçek" ile "Resmi gerçek" arasındaki farkı görüp bunu kabul etmek için sadece "Siyasi cesaret"in varlığı yeterli değildir.
Yapay zekâ ve doğal aptallık
Sahici gerçeği görebilmek için hem "Akıl" hem de "Zekâ" gerekir.
Twitter'de dolaşan özdeyişler arasında"Yapay zekânın doğal aptallıkla baş etmesi imkânsızdır" benzeri bir cümleye rastlamıştım geçen günlerde.
Bunun gibi resmi gerçeklerin de, sahici gerçekler karşısında direnmeleri pek mümkün değildir.
Bu bizim için de 1984 Eruh Baskını'ndan beri yaşamımızdan çıkartılamayan PKK terörizmi kaynaklı sahici gerçekle kanıtlanmadı mı?
Bu gerçeğe karşı ne siyasi zekâmızı tam olarak harekete geçirebildik, ne de zaten siyasi cesaretimizin varlığı gerekli adımlar atmamıza yetecek kadardı.
Unutkan siviller
Örneğin bir gerilla savaşında konvansiyonel askeri güç kullanmanın etkisizliğini yerel ve global sayısız örneklerle görmüş olmamıza rağmen, hâlâ tam olarak "Profesyonel ordu"ya geçemedik.
Her Türk erkeği askerlik yapıyor.
Ama bu sırada gözlemledikleri aksaklıkları sivil hayata geçtikten sonra unutmayı yeğ tutuyorlar.
Bu unutkanlık sanki "Askeri demokrasi"mizin kaçınılmaz bir gereği gibi...
Bunlar siyasete girdikten sonra bile "Ordu'da reform"u yine askerlere bırakıyorlar.
Çekingen siviller
Silahları sivil mühendisler yapıyor, sivil sanayiciler üretiyor, o silahları sivil tüccarlar satıyor.
Bunların alımını denetleyemiyor sivil siyasetçiler.
Zorunlu askerliğin sona ermesi istemlerine karşı şimdi de "Şehit anaları ne der" içerikli vicdani-siyasi mahalle baskıları devrede değil mi?
"Şehitlerin kanı yerde kalmaz" benzeri söylemleri tekrarlamak yerine "Barış döneminde şehitler olmamalı" demeyi beceremiyoruz.
Gerçekten siyasi ve toplumsal zekâ eksikliğinden söz etmemiz gerekmiyor mu?
Yine Twitter'den bir alıntı yaparak noktalıyorum bu yazıyı:
- Herkesin akılsız olmaya hakkı vardır, ama bazıları bu hakkı istismar etmiyorlar mı?