Fransız devlet adamı Georges Clemenceau (1841 - 1929) "Savaş askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" demiş ya...
Bu özdeyişi yaşadıklarımıza uyarlarsak, herhalde şu şekilde de söyleyebiliriz:
-Siyaset teröristlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir!
"Kürt Realitesi" nin bir sorun olmaktan çıkartılması, bu realitenin demokrasi, temel haklar ve özgürlükler ışığında Türkiye'nin bir zenginliği olarak benimsenmesi yolunda son dönemde büyük adımlar atıldı.
Her alanda olduğu gibi bu alandaki kayıp yıllarımızın da geride bırakılması için, ciddi ve önemli atılımlar yapıldı.
Konuşulmaları ve yazılmaları tabu olan konuları tartışabiliyoruz artık.
Son 12 Haziran genel seçimleri ile de demokratik siyasetin bu alanda en etkili araç olduğu bir kez daha kanıtlandı.
Demokrasinin gücü
Kürt kökenli seçmenler varlıklarını ve güçlerini bu seçimle iyice kanıtladılar.
Bu arada bölge halkının AK Parti'ye verdiği oyların varlığı da yine kanıtlandı.
Yeni özgürlükçü bir anayasa yapılması için uygun bir ortamın eşiğinde Kürtlerin bir bölüm seçilmiş temsilcilerinin TBMM çalışmalarını boykot etmelerini anlayamazken, PKK teröristlerinin asker kaçırmaları ile başlayan ve son olarak 13 askerimizin şehit olmasına dayanan eylemlerini aklın, vicdanın ve siyasetin ışığında nasıl yorumlayabiliriz ki?
Askerlerimizin böyle bir pusuya kurban olabilmeleri meselesini Silahlı Kuvvetler'in komuta kademesi askerlik mesleğinin gerekleri açısından herhalde sorgulayacaktır.
Ancak siyaseti devre dışı bırakıp terörü bunun yerine ikame etmeyi yeğ tutanları da, öncelikle Kürt siyasetinin meşru temsilcilerinin sorgulamaları gerekmez mi?
Hangi demokratik çözüm?
Terörist eylemleri "Bizimkilerin yeni eylemi" çizgisinde ele alan ya da bu konuda susmayı tercih eden bir siyaset anlayışı, ulusal mutabakata dayalı "Demokratik Çözüm" konusunda ne ölçüde kabul edilebilir bir taraf olabilir?
Bu sorun bir çözüme kavuşacaksa, Diyarbakır'daki kongrelerinde tek taraflı biçimde "Demokratik özerklik" ilan edenler kendi kendilerine bu çözümü gerçekleştirebileceklerini mi sanıyorlar?
TBMM'ye milletvekili olarak katılmayı beceremeyenlerin demokratik özerk yönetimin "Bölge Meclisi"nde temsilci olmaya heves etmeleri, bir nevi siyasi evcilik oyunu değil midir?
Bu üslup ve bu yöntemlerle, siyaset yapılır mı?
Yetmezmiş gibi bir de teröristler siyasete müdahale edip kan dökmeye başlarlarsa, bu süreç tekrar 1990'lardaki ortama geri dönmez mi?
Veya çözüm konusunda gerçek niyetleri ne kadar samimi olsa da şu anda "Devlet" sorumluluğu taşıyan siyasetçiler, bu tür zorlamalar karşısında ne kadar esneklik ve anlayış gösterebilirler?
Cumhurbaşkanı Gül'ün uyarısı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 13 askerimizin şehit olmaları üzerine yayınladığı başsağlığı mesajındaki şu cümlelerin, aklı başındaki Kürt siyasetçiler tarafından ciddi biçimde değerlendirilmesini dilemekten başka bir şey yapamıyorum şu anda:
"-Türkiye'nin gelişmesi, demokrasimizin olgunlaşması ve sorunların aşılması konusunda gösterilen iyi niyetli gayretler, terör örgütünü rahatsız etmektedir. Ancak, kan dökerek, insanlara acı yaşatarak amacına ulaşacağını düşünenler, büyük bir gafletin içine düştüklerini mutlaka anlayacaklardır.
- Bu saldırılar, devletimizi ve milletimizi, sorunları çözme irademizi asla zayıflatamayacaktır. Teröre karşı tüm boyutlarıyla yürütülen etkin mücadele, kararlılıkla devam ettirilecektir. Bu süreçte tüm siyasal aktörleri de, sorumlu davranmaya, terörü ve şiddeti dışlamaya davet ediyorum."