Siyasal yaşamımızın bir döneminde "Mağdur" konumunda bulunmak ve "Mazlum" olmak, partilere ve görüşlere kitleler nezdinde avantaj sağlardı.
Soğuk Savaş yıllarında "Sol"un her çeşidinin önce karakolluk sonra da adliyelik olduğu dönemleri hatırlayın.
Yasaklı ve "Hain" Nâzım Hikmet'in şiirleri çoğaltılır ve elden ele dolaşırdı.
Veya askeri geçiş dönemlerinde kapatılan partilerin ve yasaklanan siyasetçilerin, kitleler tarafından nasıl sevgi ile kucaklandıklarını ve ilk serbest seçimde nasıl iktidar olduklarını görmedik mi?
"Resmi İdeoloji"nin hem tehlikeli saydığı ve hem de ceza yasaları ile meşru siyasal düzenin dışında tuttuğu iki akım ise mağdur ve mazlum konumda olmalarına karşın, Cumhuriyet rejiminin seçkinleri tarafından pek hesaba alınmadılar.
Bunlar "Kürtçüler" ve "Mukaddesatçılar" dı.
Bu iki akım farklı yöntemlerle siyasal yaşamımıza ağırlıklarını koydular.
Bunlar tek başlarına temsili demokraside yer almasalar da büyük kitle partileri içindeki kanatlarda varlıklarını sürdürürlerdi.
Kürtçüler ayaklanmalarla, direnişlerle, 1984'ten itibaren Öcalan liderliğindeki PKK bölücü terörü ile ve sonra da birbiri ardınca kapatılan partileri ile yaşamımıza girdiler.
Mukaddesatçılar ise Erbakan'ın yılmadan kurduğu partilerle "Milli Görüş"ü kabul ettirdiler siyasal yaşamımıza.
Artık mazlum değiller
Şimdi bu iki akım da, mağdur ve mazlum konumunda değiller.
"Kürt Realitesi" artık bütün ağırlığı ile hem siyasal temsile sahip, hem de PKK terörü ile vurucu güç sahibi.
Ayrıca bu akımın seçmen kitleleri bir işaretle sokağa dökülüp, kentlerde hayatı aksatabiliyorlar.
"Milli Görüş" kökeninden gelen AK Parti ise hem "Değişim"i temsil ediyor, hem de 3'üncü dönemdir tek başına iktidar.
Ne var ki gerek Anayasa ve gerekse yasalar, sosyo-politik yaşamımızın bu iki yeni ağırlığının hesaba alınmadığı dönemlerdeki hükümlerini korumaktalar.
Nitekim tek başına iktidar olan AK Parti'nin kapatılması istemli dava Anayasa Mahkemesi'ne taşınabildi.
Ya da son olarak milletvekili seçilen Kürt siyasetçilerin milletvekili olmaları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından engellenebildi.
Şeriatın kestiği parmak acıyor
Eskiden olsa bu yargısal eylemler hedef alınanları mağdur ve mazlum konuma sokardı.
Oysa durum artık farklı.
Artık kimse kuzu kuzu "Şeriatın kestiği parmak acımaz" diyerek kabullenmiyor durumu.
Çünkü artık halk kitleleri de devrede.
Ne "Derin devlet" ne de "Resmi ideoloji" siyasal yaşama eski düzenin koşullarını zorlayabiliyor.
Türk demokrasisi artık ideolojik varsayımlara göre değil toplumsal ve siyasal gerçeklere dayalı ele alınmak zorunda.
Ancak eski mağdurların ve mazlumların da, yeni konumlarını bilinçle değerlendirmeleri gerekiyor.
Örneğin AK Parti eğer Kürt realitesi karşısında eski Derin Devlet'in davranışlarını tekrarlarsa ve kendisini eski statükonun yeni bekçisi gibi görürse, bu anormal olur.
Kürt açılımı eskidi
Değişim öylesine hızlı ki AK Parti'nin geçen yıllardaki "Kürt açılımı" bile, şimdi bir anlam ifade etmeyecek kadar eskidi.
Yerleşik bir düzenin yeniden yapılandırılması tabii ki kolay bir iş değil... Şişirilmiş egolarla gazete köşelerinden iktidar sahiplerine "Bu iş böyle yapılmaz, şöyle yapılır" diye akıl öğretmek ise çok kolay.
Ancak bilelim ki AK Parti yönetimini zor bir dönem bekliyor.
Bu durumdaki en önemli nokta, eski "Mağdurlar"ın yeni "Mağrurlar" olmaktan kaçınmalarıdır.